ZSG SİNERJİK ŞİFA YÖNTEMİ
İnsan bedeni evrensel zekanın bizzat insanlar tarafından en çok tartışılan ürünüdür. Dünya üzerinde yaşayan tüm varlıklar arasında, en fazla düşünme yeteneğine sahip olan varlıktır insan. Düşünme, seçme, anlama ve algılama yetenekleri aracılığıyla, dünyanın tek yöneticisi konumunu elde etmiştir.
İnsanın gelişme, ilerleme yeteneği, merakından kaynaklanır. Merakı sağlayan şey ise daha iyi, daha özel olma isteğini destekleyen egodur. Tarih boyunca tüm yaklaşımlar “ben kimim” sorusunun ardından doğan birer akımdan ibarettirler.
Bu soruya her kişi kendi bulunduğu konum ve bakış açısına uygun birer yanıt vermeye çabalamıştır. Düşünen kişi, çeşitli dışsal etkenlerin ışığında yoğrulan düşüncelerini kendi bakış açısından görebildiği uygun kanıtlarla süsleyip mantığa uygun bir biçime büründürerek diğerlerinin beğenisine sunmuştur.
İnsanlar birarada ve keyif içinde yaşama içgüdüsüne sahip olsalar da, diğerlerinden daha ünlü, daha başarılı, daha zengin ya da daha herhangi başka bir şey olma isteklerini körükleyen egoları yüzünden BİR’lik bilinci yerine “ayrılık” bilinci içinde yaşıyorlar.
İnsanların barış ve savaş, eğlence ve üzüntü, neşe ve sıkıntı içinde yaşamaları hep bu ayrılık bilincinin birer doğal sonucudur. Ne kadar zengin, kültürlü, akıllı, üstün olduğumuzun mutluluğumuz üzerinde hiçbir katkısı olmuyor ne yazık ki.
Ayrılık bilinci aynı ulusun çocuklarını yıllarca bu duvarla ayrımıştı.
Bu ayrılık bilinci zamanla beynimizin içini kemiren bir kurda dönüşüyor. Bu kurt “yetersizsin, öyleyse sevilmezsin” düşüncesini beynimizin en ücra köşelerine kadar öylesine işliyor ki, sonunda kendimiz hakkında “ben hiçbir işe yaramayan zavallının biriyim” inancına sahip olmaya başlıyoruz.
Hastalık dediğimiz ve mükemmel sağlık durumumuzun altına inmemizi sağlayan durum, kendimizle ilgili bu inancımızın bir sonucudur aslında. Bir başka deyişle hastalık “bir biliş” halidir. Ancak bizler bu biliş halimizin farkında değilizdir.
Yaşamla ilgili bir temel inancımız daha küçük yaşlarda beynimizin alt tabakalarına yerleşir ve oraya giren tohum zamanla filiz sürer ve hatta zamanı geldiğinde bir ağaç haline gelir. Dalları budakları zihnimizin her yanını sarar. Baktığımızda gördüğümüzü bulanıklaştırır. Yaşamın en içine bile bakıyor olsak, ancak o dalların budakların izin verdiği ölçüde nettir görüşümüz.
Sonunda bir gün gelir fizik bedenimiz bu dal/budaklardan sıkılır. Onların aralarından bakmak yerine kendilerine bakıp, bulundukları yerden temizlememiz için bizim adına “hastalık” dediğimiz durumu yansıtır. Yani fizik bedenimiz zihnimizin içindeki kirliliğin dışa yansıdığı zamanlarda hasta olur.
Modern teknoloji ile donatılmış, en ağır ameliyatların bile neredeyse çocuk oyuncağı durumuna geldiği Batı Dünyası Tıbbı, insanı yürüyen, konuşan, karnını doyuran, ciğerlerini oksijenle dolduran bir makine olarak görmekte ısrar etmektedir. Her hangi bir hastalık belirtisinin ortadan kalkması bu yaklaşım için oldukça büyük bir başarı olarak öngörülür. Baş, mide ya da bacak ağrısından şikayet edenlerin bu ağrıları ortadan kaldırıldığında, kendisi “iyileşmiş insan” olarak kabul görür.
Oysa geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan Geleneksel Çin ve/veya Hint Tıbbı, insanı böylesi bir makineden çok, düşünceleri aracılığıyla duygularını, duyguları aracılığıyla da fizik bedenini olumlu/olumsuz etkileyen bir bütün olarak kabul eder. Hasta insanı aslında “zihinsel olarak yanlış yerlere takıldığından, duygularını da olumlu olmayan bir biçimde yaşayan ve fizik bedeninde bunun yansımalarını gören kişi” olarak algılarlar.
Batı dünyasında “her şey insan için” (bu konudaki görüşlerim için; http://www.derki.com 1.sayıya veya http://www.zsg.gen.tr/yazilar/insan_icin.htm bakabilirsiniz) yaklaşımı vardır. Doğuda ise, “her şey bütün” için yaklaşımı önem kazanır. Batıda sürekli olarak “en iyi” olmayı dayatan bir yarış, doğuda ise bütünün içinde eriyecek kadar “tevazu ve teslimiyeti” gerektiren bir dinginlik gözlemlenir.
Tarafsızca gözlemleyen bir insan, her iki yaklaşımın da yeterince dengeli olmadığını kolayca ayrımsar. Biri madde dünyasındaki yerimizi sağlamlaştırdığımızda mutlu olacağımızı savunurken, diğeri maddenin organizma üzerinde hiç de olumlu olmayan etkileri olduğunu, maddeden tamamen ayrılmanın asıl mutluluğu sağlayacağını savunur.
Oysa evrende her şey denge üzerine kuruludur. Yemek, uyumak, ısınmak, giyinmek gibi temel gereksinmelerinin karşılanmadığı insanların gerçek anlamda mutlu olmaları olanaksızdır. Tıpkı, sevgi ve ilgiden yoksun olan kişilerin, zenginlikleri ile ters orantılı ölçüde mutsuz olmaları gibi…
Benim kullandığım yöntem, bu insanların zihnini, ruhunu ve fizik bedenini tek tek ele alıp, orada var olan düzensizlikleri dengelemek açısından oldukça işe yarayan bir tekniktir.
Akupunktur haritalarından anlayabildiğimiz kadarıyla, fizik bedenimizi idare eden ve ondan beslenen bir de enerji bedenimiz bulunmakta. Bu haritada meridyen adı verilen bazı kanallar organlar tarafından üretilen ve yine organlar tarafından rahatça depolanan bir tür enerjinin bedenin en ücra köşelerine dek rahatça ulaşmasını sağlayacak biçimde konuşlanmışlardır. Beynimiz de çok enerji üretir, hatta düşünmeyi sağlayan parçamız olduğu için, en fazla enerjiyi üretir. Buna karşılık, ürettiği enerjiyi depolamak konusunda “hazine organlar” olarak kabul edilen “karaciğer, kalp, dalak/pankreas, akciğer ve böbrek” karşısında çok yetersiz kalır. Aslına bakarsanız Geleneksel Çin Tıbbı’na göre beyin ayrı bir organ bile değildir.
Akupunktur noktaları aynı zamanda bedenin içine sızmakta ve zarar verici etki taşıyan enerjilere karşı birer sigorta şalteri görevini üstlenirler.
Burada bazı açıklamalar yapmakta yarar görüyorum. Enerji bedenle ilgili çalışma yapan insanlarla karşılaşmış iseniz, onların olumlu olmayan titreşimlere biraz da takık olduklarını ayrımsamışsınızdır. Bu takıntı –ne yazık ki- biraz da bilgisizlikten kaynaklanır.
İnsan bedeni sayılamayacak kadar çok enerji türünün bir arada yaşamasına olanak veren bir organizmadır. Kendi ürettiği enerjiler vardır. Aileden gelen ve genetik kodlamalar aracılığıyla, beden içinde yer alan bazıları aktif, bazıları pasif (potansiyel) enerjiler bunlarla birliktedirler. Aldığımız gıdalardan bedenimize giren enerjiler sağlığımıza olumlu/olumsuz katkıda bulunurlar. Düşüncelerimizin duygularımız üzerindeki etkisi sonucu üreyen, duygularımız nedeniyle ortaya çıkan ve yukarıda saydıklarımıza oranla daha yüksek titreşimli enerjiler de oradadırlar.
Pek çok insan “üzüntü” enerjisine katlanamayacağını sanarak, bu enerjiyi bloke eder. Oysa, en derin üzüntümüz en yüksek titreşimli enerjiyi üretiyor olabilir pekala. Bastırıldığında ise, yaşanamayan tüm duygular gibi acıya dönüşür.
Ayrıca bedenimizin dışından bize doğru akan farklı enerjiler de daima oradadırlar. Bunlar olumlu olabilirler. Bazıları da olumsuzdurlar. Bu grupta kısaca, bir insanın, hayvanın, eşyanın enerjisi olabileceği gibi, cep telefonu, televizyon, bilgisayar gibi elektronik aletlerden yayılan ve genellikle “sağlığa zararlı” kabul edilen enerjilerden biri de olabilirler.
Burada asıl dikkat edilmesi gereken şey, hangisi ve ne kadar olumsuz olursa olsun, dışarıdan içeriye doğru gelen enerjinin kişinin genetik kodlaması üzerindeki etkisidir. Diyelim ki, atalarınızdan biri, elektrik enerjisine benzeyen bir enerjiyle karşılaştı ve bunun sonucu zarar gördü. Sizin de elektrik enerjisiyle ilgili bir sorununuz olabilir. Enerji alanınızın içine kadar sızabilecek güçte ya da yakınlıkta benzer bir enerjiyle karşılaştığınızda, bedeninizde kaydı tutan ilgili gen “tehlike sinyali” alır ve harekete geçer. Tehlike sinyali beyne ulaştığında, nörotransmiterler aracılığıyla bilgi tüm bedene ulaştırılır. Enerjinin bedene giriş yapabileceği alana yakın olan akupunktur noktaları da bu sinyali alır ve hemen kendilerini kapatırlar. Noktaların buradaki amacı bedeni dışarıdan gelen tehlikeli enerjiye karşı korumak, içeriye sızmasına engel olmaktır.
Sağlıklı bir bedende, tehlike ortadan kalktığı andan itibaren, savunma gereksinmesinin ortadan kalktığı bilgisi yayılmaya başlar. Bilgi kapanan noktalara ulaştığında, onlar da otomatik olarak kendilerini açar ve doğal akışa geri dönerler.
Korku enerjisinin aşırı yayıldığı ve bedeniçi enerji alanını aşırı zayıflattığı durumlarda ise, bu işlemi gerçekleştirmek için gerekli enerjiyi bulamayan noktalar kendilerini açamazlar. Böylece doğal akış tıkanır. Bir ya da birkaç organa yeterince enerji gitmez. Bir anlamda organın/organların ışığı söner. Tıpkı karanlıkta kalan bir insan gibi, organ da bir süre sonra depresyona girer ve çalışamaz hale gelir. Bir başka deyişle “hastalanır”.
Bu durumda, ilk olarak enerji akışını doğal haline geri getirmek adına bir işlem yapar, sonra da bu kodlamayı silmek için özel bir yol araştırırız. Silme işlemi için bir yol bulduğumuzda, kişinin “farkında olmadığı biliş” hali ortadan kalktığından, mükemmel sağlık durumu geri döner.
Burada yazılanları okuyunca “Allah, buldum işte, beni bu kişi iyileştirecek” diye bir şeyi gerçek sanmayın. Bizim söylediklerimizi yerine getirmemiz o kadar da kolay değil. Genellikle sağlık durumu bozuk olan kişinin kendi “zihinsel ve duygusal yapısı” üzerinde ciddi çalışmalar yapması gerekiyor.
İyi bir enerji beden dengeleme uzmanı, kişinin enerji durumuna bakarak, onun zihinsel yapısı hakkında yaklaşık da olsa bir görüş elde eder. Bu durumda, danışan kişiye “zihinsel durumu” hakkında bilgi vermek ve bu “çarpık biliş halini” iyileştirici bazı çalışmalar önermek durumunda kalır. Danışan kişinin bu söylenenleri kabul edip, verilen ödevleri yerine getirmesi çalışmayı hızlandırır. Ya da iş sadece enerji dengelenmesine kalırsa, hastalık bir süreliğine ortadan kalksa da ilk tetikleyici karşısında yeniden ortaya çıkar.
Bununla birlikte, bu ödevleri ilk verdiğimizde ortaya öyle bir direnç mekanizması çıkar ki…
Kişi bırakın iyileşmeyi, yalnızca bu durumu “görmemeyi” seçmesi yüzünden daha da kötü bir duruma bile gelebilir.
Kısacası, gerçekten iyileşmek isteyenler Mozaik Yayınları’ndan çıkan “Hastalık İyileşmeye Giden Yoldur” kitabını özümsedikten sonra bir “enerji dengeleme işlemine” girişsinler diyorum.
Sevgi ve ışıkla
ZSG
alıntı http://zsg.gen.tr/zsg_sistem.htm
http://www.reikilink.com/reusui.htm
http://www.enerjibedendengesi.com/yazilar.htm