İnsanlar dış referanslı ve iç referanslı insanlar olarak iki gruba ayrılırlar. Dış referanslı insanlar başkalarının sözlerini aşırı önemserler. Hareketlerini çevrelerinin beklentisine göre bina ederler. Harekete geçmek için dışarıdan motive edilmeyi beklerler. Övgülerle aşırı memnun olurken eleştirilerle çabuk yıkılırlar. Hayattan lezzet almaları çevrelerinin onları beğenmesine, övmesine ve takdir etmesine bağlıdır.
Serap da dış referanslı danışanlarımdan bir tanesiydi. Çevresindeki insanların kendisi hakkındaki görüşlerini aşırı önemsiyordu. Yaşantısını başkalarının beklentisini karşılamaya adamıştı. Eşinin, kendi ailesinin, kayınvalidesinin, kardeşlerinin beklentileri arasında sıkışıp kalmıştı. Herkesi memnun etmek için çırpınıyor fakat hiç kimseyi memnun edemiyordu. Kendisinden beklenen davranışları sergiliyor ama bir türlü kendisi olamıyordu.
– Artık bu hayat bana çok ağır geliyor. Hiç kimseyi memnun edemiyorum. Şu şekilde davranıyorum eşim bozuluyor, bu şekilde davranıyorum kendi ailem alınıyor. Kendi ailemi memnun edeyim diyorum bu sefer kayınvalidem mutsuz oluyor. Herkesi memnun etmenin bir yolu var mı?
– Neden kendini herkesi memnun etmek zorunda hissediyorsun ki?
– Çünkü onlar memnun olmadığında ben mutlu olamıyorum.
– Yani mutlu olabilmen için, yaptığın bir davranışın herkes tarafından onaylanması gerekiyor öyle mi?
– Sanırım öyle.
– Kusura bakma ama o zaman sen ömür boyu mutlu olamazsın.
– Neden ki?
– Bir öykü ile açıklayayım. Bu öykü meşhur bir öyküdür. Nasrettin Hoca’ya da atfedilir, Ezop’un masallarında da geçer.
Sıcak bir yaz gününde bir baba ve küçük oğlu yanlarına eşeklerini de alarak yolculuğa çıkarlar. Eşeklerini satılığa çıkaracakları için üstüne binmezler. Bir tarlanın yanından geçerken köylüler baba-oğul ile dalga geçerler. Bu sıcakta eşeğe binmedikleri için onları küçümserler. Aptallıkla itham ederler. Bunun üzerine adam çocuğunu eşeğe bindirir ve kendi eşeğin yanda yürümeye başlar. Başka bir tarlanın yanından geçerken tarladaki köylüler “Şu adama bak! Kendi yaşlı haliyle yayan yürüyor, küçücük çocuk eşekte gidiyor. Çok ayıp.” diye söylenirler. Adam, köylülere hak verir ve oğlunu indirip kendi eşeğe biner. Ne var ki bir başka köylü grubuna rastladığında onlar da adamı acımasızca eleştirirler: “Sen de hiç insaf yok mu be adam? Küçücük çocuğu yürütürsün de kendin sefa sürersin”. Adam onlara da hak verir. Bu sefer eşeğe oğlu ile birlikte binerler. Ancak bu sefer de bazı yoldan geçenler “Şu arsıza bak sıskacık hayvana ikisi birden binip hayvanın canını çıkarmışlar” diye adama laf atarlar. Kısacası adam kimseyi memnun edemez. En sonunda kendi doğru bildiğini yapmaya ve sağdan soldan gelen seslere kulak tıkamaya karar verir. Herkes kendi penceresinden haklıdır çünkü.
– Peki, kimin dediğini yapacağım o zaman?
– Kalbinden geleni, kendi doğru bildiğini yapabilirsin. Vicdanının sesini dinleyebilirsin. Ya da fikrine gerçekten değer verdiğin dostlarının.
– Ama memnun olmayanlar benim hakkımda ileri geri konuşurlar o zaman.
– Konuşsunlar. İnsanların ağzı torba değil ki büzesin.
– Ben böyle diyemiyorum işte.
– Bunu değiştirmek için buradasın zaten. Öyle değil mi?
– Evet.
Hayatın keşfettiğim temel bir kuralı var: Bir seçim yaptığımızda seçmediğimiz şeyleri kaybetmiş ya da terk etmiş oluyoruz. Herhangi bir markanın bir model arabasını aldığımızda diğer tüm marka ve model arabalardan vazgeçmiş oluyoruz. Beğendiğimiz bir evi aldığımızda o bölgede satılık olan tüm evleri dışlamış oluyoruz. Bir mesleğe yöneldiğimizde diğer meslekleri devre dışı bırakmış oluyoruz. Aynı şekilde birilerini mutlu etmeye çalıştığımızda da bazılarını mutlu etmeme ihtimalini de üstlenmiş oluyoruz.
Serap’la ilerleyen seanslarda bu konu üzerine de konuştuk. O, zaman içindeki düşünce yanlışının farkına vardı. Ve kendi deyimiyle başkalarını mutlu etmeye çalışırken başta kendisi olmak üzere kimseyi mutlu edemediğini fark etti. İkinci aşamada onunla olumsuz eleştirilerle baş etme stratejileri üzerine çalıştık. İnsanları kırmadan, incitmeden nasıl “Hayır” denileceği üzerine konuştuk. Uzun bir çalışmanın sonunda Serap hayatında artık herkesi memnun edemeyeceğini, böyle bir işe girişmenin aptalca olduğunu çok iyi anlamıştı. Hayır diyebiliyor ve olumsuz eleştirilerle baş edebiliyordu. Kısacası daha mutluydu.
KAYNAK:aktifhaber.com