Üst Sindirim Kanalı, Ülser Hastalıkları, Kronik Ülser
Sindirim kanalı, içi besin maddelerinin rahat geçmesi için mukus ile kaplanmış mukoza yüzeyi (içte) ve seröz mehabran denen daha sağlam bir dış kaplama ile kaplı, uzun kaslı bir borudur.
Ösofagus
Katı ve sıvı gıdalar ağız yoluyla ösofagusa geçerler ve yaklaşık üç saniye içinde mideye ulaşırlar. Yutma eylemi, ösofagus duvarındaki kasların düzenli ve ritmik bir biçimde kasılıp gevşemeleri ile gerçekleşir. Bu kasılma biçimine peristalsizm denir ve tüm sindirim kanalı boyunca devam eder. Peristalsizm, diğer bir deyimle peristaltik hareketler, kol ve bacak kaslarımızı oynattığımız gibi istemli olmayıp otomatik olarak meydana gelir. Sindirim kanalının kasları mikroskopla bakıldığında da farklı olup, sözü geçen ritmik kasılmaların eşgüdümünü sağlayan karmaşık bir sinir ağı ile örülüdür.
Ösofagusun diyaframı (batın ve göğüs boşluğunu ayıran geniş kas demeti) geçtiği alt bölümündeki kasları daha güçlü olup, ösofagusun tamamen kapanmasını sağlayacak biçimde farklı bir yapıda düzenlenmiştir. Bu sayede, mide içeriğinin ösofagusa dönmesi, baş aşağı bile dursanız, engellenmiş olur. Ösofagusun mide ile birleştiği bu bölüme kardia adı verilir. Kalple ilgili anlamında kullanılan “kardiyak” sözcüğü ile hiçbir ilgisi yoktur.
Mide Ulser
Kardiadan sonra mide başlar. Mide 20-30cm uzunluğunda, hafifçe solda olmak üzere göğüs kemiğinin (sternum) alt bölümünün arkasında, alt kaburgaların arasında başlayan bir organdır. Batının (karnın) altına doğru ilerleyerek sonlandığı yerde sağa döner ve duodenuma bağlanır.
Mide farklı bölümlerden oluşsa da dıştan her yanı aynıymış gibi görünür. İç yüzeyi, yani mukoza, değişik bölgelerde farklı yapılar kazanır. Mukozanın iç boşluğa bakan en üst tabakasındaki hücreler katlanarak düz olmayan bir yüzey meydana getirirler. Mukoza hücrelerinin çoğu mukos üretirlerse de, midenin değişik yerlerine farklı özellikler kazandıran diğer bazı özelleşmiş hücreler de vardır.
Hem özelleşmiş hücrelerin hem de kasların denetimi kısmen, seröz membran aracılığıyla gelen sinirler tarafından sağlanır. Bunların arasında en önemlisi, beyinden yola çıkan vagus siniridir. Vagus, beyinden çıktıktan sonra omuriliğin yakınından seyrederek boynu geçer, göğsün ortasında kalbin yanından ilerlerken kalbe, akciğerlere ve ösofagusa dallar verir ve ösofagus ile aynı deliği kullanarak diyaframı aşar ve batına girer. Batın içinde karaciğere, safra kesesine ve midenin çeşitli bölümlerine uzanan yeni dallar çıkarır. Ana sinir, bundan sonra sindirim kanalının diğer bölümlerine dağılmak üzere aşağıya doğru devam eder.
Doğal olarak, mide dokusu da oksijen ve gıda gereksinimini karşılamak için kana gerek duyar. Midenin kan damarları da mide duvarına (çeperine) seröz membran aracılığıyla ulaşırlar.
Midenin en üst bölümüne fundus adı verilir. Fundusun hemen altındaki bölüme ise gövde (korpus) denir. Bu iki bölümün mukozaları iki tip özelleşmiş hücre içerir. Parietal (veya oksintik) hücreler bol miktarda hidroklorik asit üreterek, mide içeriğini asidik yapan mide suyunu meydana getirirler. Bu asit, bedenin ya da derinin herhangi bir yerinde büyük harabiyete yol açabilir. Gerçekten de mide suyu fazla miktarda ösofagusa geçerse ağrı ve iltihaplanma sürecine yol açarak ösofajite neden olur.
Diğer özelleşmiş olan peptik (esas) hücreler, pepsinojen adı verilen kimyasal bir madde üretirler. Pepsinojen, mide içinde pepsin’e dönüşerek enzim etkisi gösterir; proteinleri amino asitlere yıkarak sindirim işlemini hızlandırır. Asit ve pepsin, mide duvarı kaslarının çalkalama etkisinin de yardımıyla alınan yiyeceği sindirerek, kan dolaşımına emilmeye hazır sıvı bir karışım haline getirirler.
Midenin antrum adını alan sonraki bölümü gövde kısmından çok daha kısa olup mide asidi üretmez. Ancak, gastrin adında bir hormon üreten G-hücrelerinden zengindir. (Hormonlar, bir kaynaktan kan dolaşımına katılıp başka bir yerde işlevlerini gören kimyasal habercilerdir). Gastrinin ana etkisi fundus ve gövdedeki parietal ve peptik hücreleri uyarıp mide içine hidroklorik asit ve pepsin salgılamalarını sağlamaktır. Ayrıca, pankreas gibi diğer salgı bezlerini de etkileyerek, bedeni az sonra kan dolaşımına katılacak besinlere karşı hazırlar.
Gastrinin kana salınmasını ne sağlar? Esas uyaran, doğal olarak, yemek yemektir. Yeme eylemi birkaç yolla gastrin salgılanmasına neden olur. Bir; besinin kokusu alındığında ya da görüldüğünde ağız içinde tükürük salgısı artmaya başlayınca vagus siniri harekete geçer ve eylemlerinden biri antrumdaki G-hücrelerinden gastrin salgılatmaktır. İki; besin mideye ulaştığında antrum duvarının gerilmesi gastrin salınımına neden olur. Üç; sindirim ürünleri, özellikle proteinlerin yakılmasıyla ortaya çıkan amino asitler, antrumdan gastrin salgılanmasını uyarırlar. Hem vagus siniri hem de gastrin, özelleşmiş hücreler üzerindeki etkilerini histamin açığa çıkararak sağlarlar. Ülser tedavisinde özel bir önem taşıyan bu olgu, daha sonra ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Bunlardan başka, gastrin salgılanmasını durduran çeşitli yollar da vardır. En önemlisi asidin düzeyidir. Demek ki, mide aşırı asit üretmesini önleyen bir mekanizmaya sahiptir. Sonuç, karmaşık etmenlerin birbirlerini dengelediği, gerektiğinde sindirimin gerçekleştirildiği, iş bitince de kesildiği bir süreçtir.
Düodenum
Mideden duodenuma açılan dar çıkışa pilor denir. Pilorun oldukça kalın olan tabakası sıvıların geçişini denetler. Pilordan sonra duodenum arkaya ve sağayönelirve ince bağırsağın sonraki kesimi jejunumla birleşmek için bedenin sol yarısına geçmeden önce hilal biçiminde bir yapı oluşturur. Duodenumun da özelleşmiş mukoza hücreleri vardır ve bunların bir kısmı, mideden duodenuma gelen asit sıvıyı nötralize etmeye yarayan ve bir baz olan bikarbonat üretirler. Bu asidik sıvının varlığı birkaç önemli sonuca neden olur. Sekretin ve kolesistokinin adı verilen iki hormonu salgılatır. Sekretin ve kolesistokinin, birlikte, pankreastan sindirim salgısının ve bikarbonatın; safra kesesinden de safranın salınımı sağlarken, mideden asit ve gastrin salgılanmasını azaltırlar.