JEOPOLİTİK BOYUT
Türkiye, dünya üzerinde sorun olarak gözüken bölgelerden dört tanesininortasında yer almaktadır: Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Körfez.
Bu konumu, O’nu, bu bölgelerde çıkarları olan ülkeler açısından “vazgeçilmez” yapmaktadır.
Özellikle “küreselleşme” sürecinin Amerika Birleşik Devletlerinigetirdiği “dünya jandarmalığı” konumu, ve ABD’nin bu bölgelere olanuzaklığı, Türkiye’nin dünya üzerindeki stratejik önemini ayrıcavurgulamaktadır.
Bir başka deyişle, Türkiye, bu çatışma alanları açısından bir “bölgesel güç” kimliği ile varlığını sürdürmektedir.
Stratejik açıdan bir başka öge, Sovyetler Birliği’nin dağılmasındansonra ortaya çıkan bağımsız devletler ve otonom yönetimler açısındanTürkiye’nin sahip olduğu ekonomik, kültürel ve siyasal olanaklardır.
Akıllıca kullanıldığı takdirde, bu olanaklar, Türkiye’nin bir “bölgesel güç” olma özelliğini pekiştirici etki yapacaktır.
Balkanların, Kafkasların, Ortadoğunun ve Körfezin, siyasal, asker>îve ekonomik kargaşası, önümüzdeki yıllarda hiç de durulacak gibigözükmemektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin “bölgesel bir güç olma”özelliği ve önemi, daha uzun yıllar devam edecek gibi görülmektedir.
EKONOMİK BOYUT
Türkiye, hızla gelişen, kentleşen, dünya ile ekonomik ve kültürelbütünleşmesini sürdüren ve gittikçe büyüyen (şimdilik) 60 milyonluk birpazardır.
Ayrıca, gelişen teknoloji ve dünyaya açılan girişimcilik, Türkiye’yisadece bir “pazar” olarak değil, aynı zamanda “üretim” yapan birekonomik güç haline de getirmektedir.
Bu nitelikleri ile Türkiye, bir yandan Avrupa Topluluğu, öte yandanJaponya ile, “önemli” ekonomik ilişkileri kuracak ve geliştirecek biryapıya sahip görünmektedir.
Eski Sovyetler Birliği yerine kurulan bağımsız devletler ve otonomyönetimler açısından da Türkiye’nin önemli bir ekonomik potansiyelesahip olduğu söylenebilir.
Bütün bunlara ek olarak, Irak petrolü ve Kafkasya’dan gelecek petrol(Türkiye üzerinden pazarlanabildiği takdirde), uzunca bir süre,Türkiye’ye önemli bir ekonomik avantaj sağlayacaktır.
Türkiye’nin ekonomik önemi, daha yukarda üzerinde durulan jeopolitikönemi ile bütünleştiğinde çok daha derin bir boyut ve anlamkazanmaktadır.
SİYASAL-KÜLTÜREL BOYUT
Türkiye’nin bir “İslam ülkesi” olması, O’nun dış dünyadaki önemini,belki de buraya kadar üzerinde durulan bütün ögelerden daha fazlaarttırmaktadır.
Bunun en önemli nedeni “Türkiye’nin tek ve biricik, laik ve demokratik islam ülkesi olmasıdır”:
Bu niteliği ile Türkiye, hem değişme ve gelişme potansiyeli bakımındanekonomik-askeri-siyasal bir güç olarak önem kazanmakta, hem de dahaönemlisi, “Müslüman Dünya” için, farklı bir model oluşturmaktadır.
Türkiye’nin, müslüman toplumlar için, laik ve demokratik bir modeloluşturması, sadece bölge açısından değil, tüm dünya ve insanlık tarihiaçısından önemli bir olaydır.
Huntington’un, 21. yüzyılın, Hırıstiyan, Müslüman ve Budistuygarlıkları arasında bir çekişmeye tanık olacağını söylemesi,Türkiye’nin “müslüman uygarlık” içindeki yerini olduğu kadar dünyaüzerindeki önemini de iyice arttırmaktadır.
Aslında, Atatürk’ün kurduğu Türkiye, tüm dünyanın önüne bir soruişareti gibi dikilmiştir: Acaba tüm toplumlar için evrensel ve tek birdeğişme modeli mi vardır, yani toplumların değişme ve gelişme aşamalarıekonomik açıdan biribirine eşitilendikçe, kültürel yaşamları da benzermi olacaktır, yoksa, farklı kültür din ve inançtaki toplumlar, farklıbiçimde de mi gelişecek ve ilerleyeceklerdir?
Daha doğru bir deyişle, Batı toplumlarının izlediği yolu reddederekgelişme olanaklı mıdır? Yoksa, değişme ve gelişme, tüm toplumları,eninde sonunda, aynı yollardan geçmeye mi zorlamaktadır?
İnsan hakları, kadın hakları, evrensel kavramlar mıdır? Bir toplumunhem gelişmiş olması, hem de temel hak ve özgürlükleri kısıtlamasıolanaklı mıdır?
İşte insanoğlu’nun önündeki tek aykırı model olan “Sovyet deneyimi”çöküp, tarihin derinliklerinde kaybolduktan sonra, “islam” aykırı birmodel olarak gündeme gelmiştir.
Oysa Türkiye, “İslam modeli”nin, evrensel değişme ve gelişmeçizgisinden farklı bir yol izlemediğinin en güzel örneğidir. Müslümanbir toplumda, hem laikliğin, hem de demokrasinin varolabileceğini vedeğişme ve gelişmenin bu çizgiler yönünde olabileceğini, varlığı ilekanıtlamaktadır.
Türkiye’de, evrensel değişme ve gelişme modelinden farklı, laikliktenve demokratiklikten sapan bir “İslam modeli” tartışmaları, daha çok,Sovyetler Birliği’nin gücünü sürdürdüğü “soğuk savaş” dönemindealevlenmiştir.
Sovyetler Birliği’ni, bir “çember” içine almak ve rejimi, içerden de”İslam” baskısı ile zorlamak politikası, Türkiye’de de “evrenseldenfarklı, islam>î çözüm” tartışmalarını desteklemiştir.
Artık, Sovyetler Birliği çöktüğüne göre, “dışardan böyle bir etki de” anlamını ve dolayısıyla gücünü yitirmiş gözükmektedir.
Şimdi, “dış dinamik ögeleri” tam tersine bir etkiyle, daha farklı birsoruyu, yukarda sorulan, “islam>î değişme ve gelişme modeli evrenselmodelden farklı mıdır?” sorusunu gündeme getirmiştir.
Kanımca bu sorunun yanıtı, 21. yüzyılda, evrensel modelin egemenliğiyönünde ortaya çıkacaktır. Yani bir toplum ister müslüman olsun, isterbaşka bir dinden, değişme ve gelişme sürecine girdiği ölçüde, insanhakları, demokratikleşme ve bunların ön koşulu olarak kaçınılmaz birbiçimde laikleşme, o toplumun gündemine girecektir.
Siyasal-kültürel boyut açısından yaptığımız irdelemeler, daha yukardabelirtilen jeopolitik boyut ve ekonomik boyut ile bütünleştiğinde,açıkça görülmektedir ki, Türkiye sadece bir “bölgesel güç” olarakdeğil, dünya tarihinde, uygarlıklar savaşı denilen değişme ve gelişmesüreçleri açısından da çok büyük bir önemle uluslararası arenada yerinialmaktadır.