Ruhsal hayatta ve sosyal ilişkilerimize etki eden stresler nelerdir?
Stres Çeşitleri, Akut Stres, Sıkıntı Stres
insan hayatında etkili psikososyal stresler üç bölümde toplanır:
1— Günlük yaşamımız sırasında karşılaşılan stresler,
2— İnsanın biyolojik ve psikolojik gelişmesi sırasında ortaya çıkan stres faktörleri,
3— Hayatın kriz devreleri veya hastalık halleri sırasında beliren stresler.
1— Günlük yaşam stresleri: Bunlar her gün karşılaştığımız ve bize ters gelen olaylar, arzu edilmeyen karşılaşmalar,
aksiklikler, ev, işyeri ve sokak sürtüşmeleri, ihtiyaçlarımızdan doğan aksaklıklar, günlük öfkeler, kavgalar, tartışmalar ve geçimsizliklerdir. Çok yüklü, çok şiddetli ve sürekli olmasalar bile art arda gelişleri, bizi bir stres bombardımanına tutmaları, birikici olmaları sebebiyle fizik yapımızı, duygusallığımızı ve heyecanlarımızı etkilerler. Kafamızın içini lüzumsuz teferruatla doldurmaları, sinir sistemini sürekli bir uyarı altında tutmaları sebebiyle de bir “düşünce otomatizmi”ne sebep olurlar ve konsantrasyon azalmasına, iş veriminin düşmesine, günlük yaşam hazzının azalmasına, cinsel içgüdünün zayıflamasına, gergin ve sinirli bir mizacın ortaya çıkmasına neden olurlar. Büyük şehir yaşamında bu “mini-stres”lere ilave olarak , baca ve egzos gazları, şehrin gürültüsü, hava kirliliği, insanların günün her anında saate ve zamana bağlı olmaları mecburiyeti de günlük yaşam stresleri arasında sayılırlar.
2— Gelişim stresleri: İnsan gelişiminde ilk çocukluk, çocukluk, ergenlik, erken ve orta gençlik dönemleri, geç gençlik dönemi, yetişkinlik ve yaşlanma dönemleri olduğu bilinmektedir. Bu dönemlerden ilk çocukluk, ergenlik, âdet kesimi ve erkekte andropoz olarak bilinen erkeklik gücünün bittiği dönemler biyolojik olarak stresin en yoğun olduğu dönemlerdir.
Çocuğun ilk birinci yaşı içinde anneyi kaybetmesi, ilk üç yaş içinde anneden ayrı yaşaması, bu devreler içinde sevgi, şefkat ve korumadan mahrum kalması, beslenme yetersizliği gibi sebepler ilk çocukluk yaşının önemli stresleri arasında sayılırlar.
Kız çocuklarının 11-13 yaşları arasında bedenlerinde başlayan yapı değişiklikleri, âdetlerin başlaması veya âdetlerin başlamasındaki aksamalar, erkek çocukta 11-14 yaşları arasında ikincil cinsel organlarda ve görevlerindeki hazırlık değişimleri ve seminal boşalımların başlaması da korku, endişe, tedirginlik gibi stres cevaplarını oluşturur. 15-18 yaş arası orta gençlik döneminde kişilik geliştirme çabaları ve “separasyon” olarak tanımlanan ana-baba figüründen kopma çabaları, bunun yanı sıra kişilik geliştirme görevlerinde “identite krizi” olarak bilinen kişilik değişiklikleri ve bozuklukları da ciddi stres faktörleri olarak karşımıza çıkar. 15-18 yaş grubu gençlerinde soyut düşüncenin gelişmeye başlaması ile beraber çocuğun ilgi alanlarının değişmesi ve yeni bir “benlik” görüşü ve “dünya” görüşünün ortaya çıkması ile beraber bir “kavram karmaşası” kaçınılmaz olur ve bu devrede çocukta veya gençte çok aşırı bir duygusallık artması ile beraber yeni yeni sevgi objeleri arama arzusu belirir. Bu sevgi objesi arama ya platonik ve büyük aşkların ortaya çıkması veya sapık obje aramalarına sebep olur ve homoseksüel eğilimler ve bunların verdiği şiddetli stres duyumu belirgin hale gelir.
20-25 yaş dönemleri, gencin erkek ise toplumda saygın bir yer ve iş kapma savaşının verildiği, kişinin kendisini çevreye kabul ettirme gayretinin çok yoğunlaştığı devrelere raslar. Gencin şanssız ve başarısız olduğu hallerde stres faktörü ya dokusal veya psikolojik gerilimlere veya hastalıklara sebep olacak ölçüde şiddetli olur. Kız çocuklarında ise evliliğe ve anneliğe psikolojik hazırlanma ve özlem sürecini kapsar. Özellikle evde kalma korkusu genç kızın bütün yaşam hazzını, üreticiliğini ve neşesini kaçırır. Bu devrede şanssız denemelerin ve hayal kırıklıklarının olması genç kızı içinden çıkılmaz psikolojik yıkımların içine atar.
Bundan sonraki devre bireylerin kendilerini, analık-babalık, işadamı, ev kadını, idareci gibi rollerde görmek istediği süreçtir. Kişinin sosyal streslerinin çok yoğun ve kendisinden beklentilerin en üst düzeyde olduğu yaşam yıllarıdır. Bu rollerin iyi yapılmaması, kişinin toplum içindeki yerinin, itibarının, mal varlığının kaybedilmesi çok önemli sosyal stresleri oluşturur.
Adet kesimi ve erkeklerde andropoz olayı, biyolojik stres kaynakları arasında çok önemli bir yer alır. Her iki cinste de bu devrelerde üretkenliklerinin bittiği, artık gerçek bir kadın veya erkek olmadıkları, tabiatın kendilerine verdiği çok önemli bir haz ve görevin artık ellerinden alındığı, biyolojik olarak eksik oldukları fikirleri kişiyi şiddetli bir stres altına sokar. Bu devrede kadınlarda kilo kaybı, sıkıntı, durgunluk, depresyon, şüphecilik, mizaç bozuklukları, zıtlık, terslik, çalışma isteksizliği görülür. Sıklıkla intihar fikirleri ve değersizlik fikirleri açığa çıkar. Erkeklerde andropoz olayı, kadınlara oranla belirsiz ve silik geçer. Bir kısım erkeklerde ise bu biyolojik süreç hiç ortaya çıkmayabilir ve erkek cinsel görevlerini hayatının sonuna kadar sürdürebilir.
Andropoz olayı erkeklerde durgunluk, isteksizlik, ilgi kaybı, depresyon, kişinin kendisini toplumdan ayırması gibi belirtiler gösterir. Bir kısım erkeklerde ise zihinsel durgunluk, kavrama ve anlama zorlukları şeklinde ortaya çıkar. Bu olayı kabullenemeyen ve zihinsel kusurlar gösterenlerinde ise stres faktörü asosyal denilen türden sapık, suç niteliğinde, bazen çocuksu davranış bozuklukları şeklinde karşımıza çıkar. (Adet dönemi Stres, Stres Hastalığı)
3— Hayat krizleri şeklinde görülen stresler Her kişinin yaşamında farklı olayların yarattığı değişik türde streslerdir. Kişinin hayatı boyunca karşılaştığı hastalıklar, iş kayıpları, itibar kayıpları, mahkûmiyet veya mahcubiyet halleri, sevilen kimselerin, yaşıtların, arkadaşların kaybı, kazalar sonucu ortaya çıkan organ yetersizlikleri ve organ kayıpları, aile içindeki otoritenin kaybı, mal ve para kayıpları, iflas halleri, eşlerden birinin kaybı, evlat kaybı, ailenin parçalanması, evlatların evden uzaklaşması, olumsuz ve istenmeyen evlilikler, evlilik dışı yaşam, evlilik dışı evlat sahibi olma, alkol ve uyuşturucu madde alışkanlıklarının ortaya çıkması gibi olayların her biri başlı başına birer stres faktörü olarak tesir eder ve kişinin hem biyolojik, hem de psikolojik yapısını etkilerler.
Evlilik ve stres: Evliliğin bir stres olup olmadığı tartışılabilir. Bir kısım evliliklerin taraflara mutluluk ve yaşam hazzı vermesine karşılık bir kısım evliliğin de bir stres faktörü olarak tesir ettiği bir gerçektir. Ancak evlilik olayının kendisinin bir stres olmadığı kesindir. Evlilik insan yaşamında “biyolojik bir süreçtir”. İnsanlar, evlenmek ve cinsler bir evlilik çatısı altında bir arada yaşamak üzere yaratılmışlardır. Evlilik, insanın sonradan keşfettiği bir müessese değildir. Hem biyolojik yapıları hem de psikolojileri buna göre planlanmıştır. Evlilik ne kadar tabii ise belirgin bir organik veya psikolojik sebep olmaksızın evlenmemek de o kadar tabiata aykırıdır.
Ancak, bir evlilikte bireylerin akılcı bir tutum izlemeleri, beklentilerin normalin üstünde olması “zıtlık içinde beraber yaşanılabileceğinin bilinmemesi” evliliği her iki taraf için de bir stres haline sokabilir. Evlilikte stres faktörleri:
a— Farklı ekonomik düzeyler,
b— Farklı kültür ve farklı kültür düzeyinde olma,
c— Farklı gelenek ve göreneklere sahip olma,
d— Ayrı dinlerden olma, aynı dinin farklı mezheplerinden olma,
e— Ayrı milletten olma,
f— Ayrı dilin kullanılması,
g— Ayrı beslenme modeline sahip olma, ayrı ve değişik bir mutfak düzeni,
h— Eğitim biçimi farklılığı,
i— Siyasi görüş farklılığı,
j— Beğeni farkları, moda anlayışında değişiklik, giyim zevki farkı,
k— Cinsel dürtü ve uyarı değişikliği,
I— Ayrı zekâ düzeylerinde olma,
m— Tahsil seviyesi farkları,
n— Şehir, kasaba ve farklı yörelerden gelmiş olma,
o— Görgü farkı, terbiye farkı,
ö— Taraflardan birinde veya ikisinde mevcut ruhi hastalıklar, fiziki hastalıklar,
p— Kötü huy ve alışkanlıklar. Taraflardan birinin sigara ve alkol alışkanlığı, uyuşturucu alışkanlığı, kumar alışkanlığı, homoseksüel eğilimler, homoseksüel veya sapık cinsel yaklaşım istek ve eğilimleri,cinsellikte süre uyuşmazlığı.
r— İsraf, savurganlık, tamahkârlık halleri,
s— Taraflardan birinin içe kapanık, diğerinin dışa dönük bir kişilik yapısında olması,
ş— Uyku ritmi değişiklikleri,
t— Taraflardan birinin pis, pasaklı, kirli veya tembel olması,
u— Konuşma farkları, küfürlü konuşma, açık saçık konuşma, patavatsız konuşma,
ü— ilgisizlik, horlama, beğenmeme, aşağılama, eziyet etme, dövme, v— Aldatma, başkaları ile ilgilenme, evden kaçma, boş zamanlarını evin dışında geçirme,
y— Tarafların ana-baba ve yakınlarına karşı horlayıcı, saygısız davranışları, z— Eşlerin kendilerini daha iyi bir eşe layık oldukları inancını taşıması. Görüldüğü gibi evliliği bir stres haline sokan çok sayıda faktörü sıralamak mümkündür. Bizim burada saymayı unuttuğumuz pek çok sebebin daha evliliği çekilmez hale getirdiği ve eşler üzerinde bir stres olarak tesir ettikleri bilinmektedir. Bütün bu sayılanların gerçek birer stres olarak kabul edilebilmesi için kişinin biyolojik veya psikolojik görevlerini aksatması şartı aranmalıdır. Bunun dışında yukarıda sayılan farklılıklar veya davranış bozuklukları diğer taraf için bir “suçlama – ayıplama – horlama ve cezalandırma” şeklinde kullanılmadıkça bir stres olarak kişi tarafından algılanmadıkları anlaşılmaktadır. “Hata ettin, ayıp ettin, kötü yaptın, kasıtlı yaptın, isteyerek yaptın” gibi önyargıların stresi oluşturmada asıl mekanizmayı teşkil ettiği ve kişinin suç ve kusurunun yüzüne vurulması halinde psiko-biyolojik bir değişikliğin başladığı anlaşılmıştır.