Dr. Hasan İnsel
Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu’nun ‘papatya’ konulu yazısı bana Almanya’da ihtisas yaparken, sinüzitimi papatya buğusu ile atlatmamı ve bademcikleri şişen birine uygulanan dondurma tedavisini hatırlattı..
Bayılıyorum Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu’nun yazılarına. Memleketimizde bolca olan, ama milletçe değerini pek takdir etmediğimiz pek çok bitkiyi, yani sağlık hazinelerini bize sevdiriyor, bunları günlük hayatımıza sokuyor ve o tatlı üslubuyla yararlarını ve kullanım şekillerini hafızalarımıza unutulmaz bir şekilde yerleştiriyor.
Geçen gün Prof. Dr. Saraçoğlu’nun “Sinüzite karşı kır papatyası” yazısı beni yıllar öncesine götürdü. Almanya’da dahiliye ihtisasına başlayalı 10 gün kadar olmuştu, ilkokul dördüncü sınıftan beri beni hiç yalnız bırakmayan sinüzitim, tekrar bir alevlenir gibi oldu. İlaçları daha tanımıyorum, şefe gittim, “Ne alayım, doktor numunelerinden bir şeyler verin” dedim. Şöyle bir baktı bana, sekreterine; “Hemşireye söyle ‘kamillentee’ hazırlasın” dedi. Almancam harika değildi ama “kamille”yi çıkaramasam da, “tee”nin çay olduğunu hemen anladım. İlaç istedim, çay ısmarladı diye bayağı ekşidim, sonra da herhalde şurup şeklinde bir ilaç diyor dedim, biraz rahatladım.
Aman yarabbi hemşire bir avuç dolusu kurutulmuş minik papatyayla gelmez mi? Bunları kaynar suyun içine attı, benim hayret dolu gözlerle bakmama aldırmadan, eline bir de havlu aldı. Herhalde çay içirip, tıraş edecekler diye en garip şeyleri düşünürken, “hadi eğilin papatya buğusu yapacağız, bir şeyiniz kalmaz birkaç güne” demez mi? Ve yaptı. Ben de birkaç günde iyileştim, kısa sürede sinüslerim temizlendi, papatya benim hayat boyu en büyük dostlarımdan biri oldu.
Bu olayın üstünden bir 10 gün kadar geçti. Gece nöbeti sırası ilk defa bana geldi. Korkudan ölüyorum, yabancı memleket, lisan az, çiçeği burnunda doktorda pratik, lisandan da az. Akşam 21.00’i biraz gece çağırdılar beni ilk hastaya, gizlenmeye çalıştığım doktor odasının en ücra köşesinden.
17 yaşında bir kız, bademcikleri bayağı şişmiş, ateşi de var. Oh diye şöyle bir rahatladım, dahiliyenin işi değil, kulak burun boğazcılara ait dedim ve hemşireye beni arkadaşlara bağlamasını söyledim. Yapmayın, şef çok kızar dedi ve ekledi, kulak burun boğazcılar evde nöbet tutuyorlar; acil durumda çağırılırlar, bu tip vakaları nöbetçiler halleder, ertesi gün gerekirse onlar devralırlar dedi. Eh neyse benim de ne yapacağımı bayağı bildiğim bir vaka, hemen antibiyotik söyledim. Şişkinlik giderici bir ilaç ne olabilir diye hafızamı yoklarken, şef içeri girmez mi?
Yemekten geliyormuş, şöyle bir uğramış. Hastayı görür görmez “eis und eis kravatte” dedi. Hadi “eis” buz da, kravatte ne oluyor, buzdan kravat mı? Papatya işi zaten hâlâ aklımda, bir çiçekle iyileştik, hiç sesimi çıkarmadım, bakalım daha neler göreceğim diye beklemeye başladım. Biraz sonra koca bir kap vanilyalı dondurma geldi, kızcağıza “bunu yavaş yavaş ye sabaha kadar da saat başı yine vereceğiz” dediler. Arkasından kravat gibi ince kauçuk bir su torbası geldi. Kapağını açtılar, içine kırılmış buz doldurdular ve bir beze sarıp, kravat gibi kızın boynuna taktılar. Ben nerede ihtisasa başlamıştım, papatyalar, buzlar tedavide sanki baş oyuncular. Papatyanın etkisi asla inkâr edilemezdi, ben iyileşmiştim. Ertesi gün de bizim kızcağız neredeyse pırıl pırıl olmaz mı?
Bu arada bir konuya değinmek isterim, boğazınız şiştiğinde bizim şefin hastane ortamında uyguladığı bu tedaviyi, kulak burun boğaz uzmanlarına sormadan kesinlikle uygulamaya kalkışmayın.
Sonra hayatıma başka bir bitki girdi, soğuk algınlığı, bitkinlik gibi durumlarda hemen hastalara içirdiğimiz bir bitki çayı, “Hagebuttentee”, yani kuşburnu çayı. Ve bu böyle devam etti, gitti. Gribal enfeksiyonlu biri geldi mi, hemen çinko tabletleri, kuşburnu çayı, portakal suyu ve yanında klasik ilaç tedavisi. Her türlü bitkinlik, unutkanlık gibi durumlarda balık yağı. Uyku problemlerinde akşamları triptofan etkisinden dolayı muzlu süt. Kalp hastalıklarında ve özellikle yüksek tansiyonda, klasik tedavilerine ilave olarak hastalara sarımsak yedirmekten beşinci kat sucukçu dükkânı gibi kokar olmuştu. Kısaca yüzyılların tıbba getirdiği her türlü yardımcı ve tamamlayıcı tedaviyi, yani komplementar dediğimiz tedaviyi, klasik tıbbi tedaviyle birlikte kullanırdık. Kattaki ilaç dolabında bitki çayları ve bitki özleri, ilaçlara yakın yer işgal ederdi.
Kısa bir süre önceye kadar sofra sohbetlerinde dokunan besinlerden bahsedilirdi. Bunu yeme, kolesterolüne dokunur gibi; şimdi ise bunu ye karaciğerine iyi gelir gibi besinlerin yararlarından bahseden konuşmalar hakim olmaya başladı artık sofra sohbetlerine. Biz toplum olarak bu tabiat ve sağlık hazinelerini tanıyıp, bilinçli kullanmakta geç kaldık, ama görünen o ki, arayı kısa zamanda kapatacağız.