Jemaa El Fna, Marakeş’in en önemli meydanı. Boyutları, şekli İstanbul’un Taksim Meydanı ve Gezi Parkı kadar. Adıyla ilgili rivayetler muhtelif: 19. yy’a kadar kanun kaçakları ve isyancıların kesik kafalarının ibret olarak sergilendiği “ölülerin buluşma yeri”ymiş. Diğer rivayete göre büyük bir cami için ayrılmış, ancak proje gerçekleşmemiş. Koutoubia Camisi biraz ileriye inşa edilmiş. Meydan UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde. Meydana yakın, ortası avlulu otelimizden saat 14.00 civarında çıkıyoruz. Dar, tozlu, pembe duvarlı sokakları geride bırakıp meydana ulaşıyoruz. İlk dikkatimi çeken, şemsiyeler altındaki ikili, üçlü gruplar. Falcıların önünde pırtıl kağıtlar, müşteriler tam konsantre. Berberi lisanıyla konuşuyorlar. Çevredeki diğer tezgahların içi olabildiğince karışık. Kurutulmuş kertenkeleler, fareler, otlar, kitreler… Şifacı olduklarını sonradan öğreniyorum. AFİYETLE SALYANGOZYılan oynatıcılarını ararken bir satıcı Çin malı tahta yılanı adeta gözümüze sokuyor. Şükür, meydanı çevreleyen dükkan sahipleri kadar ısrarcı değil. Fas’ta alış-veriş, Doğu’yu tanıyanlar için bile zor zenaat. İkram edilen nane çayını içmeniz, beğendiğiniz malın yanına satıcının kattığı parçalara toptan fiyat biçmeniz gerekiyor. Sonrası, bildik pazarlık taktiklerinin de ötesinde. Tek tecrübe yeterli! Meydan bizi bekliyor.Yüzlerce diş, kerpeten, takma damakla dolu tezgahı geçip, ilerideki seyyar satıcıların dizi dizi, büyük, yüksek el arabalarına ulaşıyoruz. Portakal ve greyfurtlar resim gibi dizilmiş. 10 dirhem (2 TL) ödeyerek taze sıkılmış portakal sularını içip biraz serinliyor, enerji topluyoruz. Biraz daha enerji istersek aynı tip arabaların hurma, incir, ceviz, badem, üzüm satanları var. Değişik müzikler kulağımıza geliyor. Meydandaki kafelerden birinin terasına oturuyoruz. Saat 17.00’ye yaklaşıyor. Önümüzden büyük, yeşil el arabalarıyla bir grup geçiyor. Mahalle aralarında eşya toplayan eskicilere benziyorlar. Kafenin önünde akrobatlar gösteriye başlıyor. Hakikaten çok mahirler. Gün batımı civarı tekrar meydanda turlamaya başladığımızda el arabalarının açılarak ufak birer lokantaya dönüştüğünü fark ediyoruz. Satıcılar bir yandan tezgah kuruyor, diğer yandan akşam için müşteri ayarlıyor. Sorularla iletişim kurmayı deniyorlar: Nereden geliyorsunuz, Türk? Müslüman? Sonra bize sevgilerini Elhamdülillah! Erdoğan, Atatürk diyerek gösteriyorlar. Hava kararınca meydan ışıklanıyor, onlarca küçük tezgahta pişen et, sosis, balık, sebze, kelle, sümüklüböceğin kokusu, görüntüsü hafızamıza kazınıyor. Kim demiş Müslüman mahallesinde sümüklüböcek satılmayacağını! Fas’ta çok revaçta. Kürdanla, afiyetle yenip, kabuktaki suyu başa dikiliyor. Üstüne afrodizyak niyetine baharatlı, ginsengli “khendenjal” içiliyor. Kurabiyeyle yemeği noktalayan, eğlenceye koşuyor. SEYYAR HİKAYECİLER Hikaye anlatıcıların etrafında geniş halkalar oluşmuş. Bu Fas’ta nesilden nesile geçen köklü bir gelenek. “Hoja Nasruddin” fıkraları burada da gözde. Berberiler hayal gücünü kısıtlayacağından korkup hikayeleri yazmaktan bile çekinirmiş. Herkesin gönlüne, ruhuna uyan bir hikayesi olurmuş. Doğruları, eğrileri anlatan, tüm soruları cevaplayan. Yılan oynatıcıların yakınındaki üç maymunlu adam çözemediğimiz bir gösteri yapıyor. Hayvanların çaresizliği üzücü.Müzik gruplarının etrafı sarılmış. Kalabalık müziğin popülerliğine işaret. Dansöze yaklaşınca narin bir zenneyle karşılaşıyoruz. Sufi ezgileri, Endülüs temalarını, Gnaou gruplarınca bastırılıyor. Tekdüze ritimli, trans müziği teknonun atası olsa gerek! Alandaki hayat enerjisi sürüyor. Ama biz dolduk, taştık, yeterince şaştık. Bahşişle cepleri boşalttık. Geceyi noktalamanın zamanı gelmiş, geçiyor. Çöl mucizeleriKolay değil, polis kontrolleri, hız limiti, dar, taşlı otoyollar ve derken tamamen biten yollar. İlk mucize: Serap, olmayan göller, yerle gök arasında tarifi zor turkuvaz bir tabaka. Kısacası ışık kırılmasıyla oluşan illüzyonlar. İkinci mucize, çöldeki konforlu kamp ve çadırda alışılmadık manzarayı içimize sindirirken çıkıyor karşımıza: Mutlak sessizlik. Etrafda ne kuş ne de başka bir canlılının sesi var. Sadece nefesimiz ve belki kalbimiz. Üçüncü mucize: çadırın içindeki mutlak karanlık. Gökyüzü yıldızlarla aydınlanmış, ancak çadırın içinde gözümü açtığımda ve kapadığımda hiçbir fark olmuyor! Hörgüçlü develerin sahipleri mavili, siyahlı giyiniyor. Nedeni uzak mesafelerden görünebilmesi, Ultraviyole ışınlarını geçirmemesi.KASBAH’TA YAŞAMÇöl gülleri ekosisteminin mucizesi. Bir kuru dal yumağının suyu görünce nasıl açıldığına tanık oluyoruz. Beş duyunun tad kısmını ise ahçımız Abdou’ya borçluyuz. Fas turları mutfağı kuskus ve tanjin çeşitlerinden oluşuyor. Ancak çöldeki mönü farklı bir lezzet ve nefasette. Tanjin bir çeşit güveç. Et, tavuk, balık ve sebzeyle yapılıyor. Abdou, içine bademler sıkıştırılmış hurmalı et, tanjin, kabak, tatlı kabak, taze bakla, tavuklu kuskus hazırladı. Tatlılar tarçınlı portakal, pişmiş elmaydı. Çölde hava kupkuru. Tüm gün yürüyüp terliyoruz, ancak terden eser kalmıyor. Ancak ayaklarımızdaki kan yerinde. Nedeni, ayakkabıya giren kumların parmakları tahriş etmesi.Çölden vahalara varış birbaşka mucize. Bir anda kum bitiyor, palmiyelerin altında yeşil çayırlar başlıyor. Develer otluyor. Berberi mahalleleri “kasbah”lar kerpiçten birer kale. Gözetleme kuleleri, kapıları var. Palmiye, saz, kerpiçten yapılan evler içe dönük, çatıları leylek yuvalı. Sokaklar tünel gibi. Kasbah yazın serin, kışın korunaklı. Tek amaç su kaynağına sahip çıkıp diğer kabilelere kaptırmamak. Berberi tarihi su savaşlarıyla yazılmış. Geçtiğimiz çölün bir zamanlar göl olduğunu öğrenmek, su canlılarının fosillerine rastlamak bile suyun, su havzalarının önemini iliklerimize kadar hissettiriyor. Su, sabun, kireç ve mermer tozuyla yaratılan su geçirmez “tadelakt,” Faslı duvar ustalarının mucizesi. Evyeler, lavabolar, kuvetler, duvarlar renk renk bu malzemeyle sıvanıyor, hem fonksyonel hem dekoratif