Retina, “fotoğraf filmi”, kornea ise “objektif
Ya retina nedir?
Retina, birkaç katı olan ince bir katman, bir ağtabaka-dır. En içtekiler ışığı algılıyorlar, sonra bu mesajı; ışık, renk, hareket; bunları beynin anlayabileceği dile çeviriyorlar, yani tercüman var katlar arasında. Mesaj, nihayet beynin anlayabileceği dile çevrilince, sinirlere ulaşmış oluyor. Bu hücreler neye benziyor diye sorarsanız, retina, tıpkı incir gibi. İnciri açınca nasıl bir yığın uzantı ve ufak yuvarlaklar görürsek, retina da mikroskop altında böyle gözükür.
Yani bir incirin çekirdekleri gibi gözükür?
Evet, o çekirdekler hep hücrelerdir ve incirin içindeki gibi birçok uzantılı hücre vardır. Bunların bazıları büyük, bazıları küçük, bazıları uzun, bazıları yuvarlaktır. Her birinin işi farklıdır. Sonuçta, bunların hepsi birleşir. İncirin nasıl ağaca bağlı olduğu bir ucu varsa, retinanın da buna benzer bir ucu var ve o şekilde gözü terk ediyor. Burası göz siniri oluyor, tıpkı incirin bağlı olduğu dal gibi. Dal beyne, yani ağaca bağlı, göz siniri de aynı şekilde beyne bağlı.
Retina ile kornea arasındaki ilişki nasıl sağlanıyor?
Retinaya, “fotoğraf filmi”, korneaya ise ‘”objektif” diyebiliriz. Kullandığımız fotoğraf makinesinin içinde bir boşluk vardır, bu boşluktan gözde iki tane var; bir önde, bir arkada. Ama retina, fotoğraf filmi. Işık filme düşünce orada bir hareket, bir heyecan uyandırıyor. O heyecanın kendine özgü bir dili var. Bu dili beynin anlayacağı dile çevirme ve gönderme görevi ise retinanın.
Peki, retina olmazsa, olur mu?
Hayır! Retina olmadan da olmaz! Hepsi olmak zorunda. Her şeyin bir sebebi var: Kaş da önemli. Kaş da terin göze girmesini engelliyor, kirpikler de.
Kirpikler gözü tozdan koruyor, değil mi?
Evet, koruyor. Gene terin girmesini ve fazla ışığı engelliyor, yani onlar da evin penceresinin dışındaki panjurlar. Tabii, kirpik olmadan da görülür, tamam ama, kirpik olmaz da kapak içeri dönerse, devamlı olarak korneayı yaralarsa, o zaman gene kornea şeffaflığını kaybeder ve başa döneriz. Onun için hepsi olmak zorunda. Hiçbirinden vazgeçemeyiz.
Mahrum kalıyorsak da onun yerine koymaya çalışıyoruz. ..
Daima koymaya çalışıyoruz. Vazgeçmek yok. Zaten vücuttaki bütün sistemler, dışarıya karşı ya da dışarısı için, öteki için yaratılmış ya da donanımlanmış denilebilir. Daima dışarıdan gelen bir tehlikeyi algılamak, onu bertaraf etmek, onunla savaşmak, onun yok olmasını sağlamak için. Hayat zaten ölüme karşı. Onun için dokunma önemli. Göz, bütün bu tehlikeleri belli bir açıdan da olsa algılayabilmek için var. Belli bir açıdan bakıyoruz dünyaya. Her iki tarafı, yaklaşık 180 derecede görüyoruz, ama geriye kalan 180 dereceyi görmüyoruz. Bunu anlamak için işitme var. İlginç tarafı: İşitme kaybı olanların psikolojik problemleri, görme kaybı olanlara göre daha ağır. Bu da çok ilginç gelir her zaman bana. Bana, görme daha ağırlıklı gelir işitmeye göre, ama psikolojik olarak çok daha fazla etkileniyorlar, çünkü öbür tarafı bilmiyorlar. Bilmediği bir taraf olduğunu fark ediyorlar.
Aslında görmek, belki de sadece gözümüzün gördüğünü görmek değil…
Görmek, farkında olmak aslında.
Görmek, insan olmanın bir parçası
Farkındalık…
Evet! “Gördüğüm alanı en iyi ben görürüm”, “Gördüğüm alana sahibim” gibi bir şey. Sahiplik de getiriyor, çünkü görmediğimiz bir alan da var. Dediğim gibi başımızın arkasını görmüyoruz. Ama görmek; üstünlük, sahiplik, elde etmeyi getiriyor. Aslında ilk çağlardan beri çok önemli. Yani daha ilk çağlarda, yazı olmadan önceki dönemlerde yapılmış tabletlerde, göz resimleri var. Gözlenmek de var. Gördüğümüz kadar göremediğimiz alandan da şüpheleniyoruz. Onun için gördüğümüz alan daha da önemli oluyor. “Biri beni gözlüyor mu”, “Gözetleniyor muyum”, “Tanrı mı, bir dostum ya da düşmanım mı?” O halde gördüğümüz alan daha önemli, daha kıymetli; yoksunluğunu bildiğimizden dolayı.
Evet, ama görmeye çok fazla anlam yüklüyoruz…
Çok önemli, çünkü insan olmanın bir parçası bu. Demin beyni, kalbi saydık, yani olmazsa olmazları, ama görmek, organizma düzeyinde yaşamanın tanımı. Gerçekten insan olarak; üst düzeyde, kaliteli, entelektüel, diğer canlılardan farklı olarak yaşamanın tanımı: Daha iyi görüyor olmak. Birçok canlı, bizim kadar net görmüyor ya da bizim kadar gördüğünü algılayamıyor. Ayrıntılı göremiyor veya anlam yükleyemiyor ya da sadece düşmanına, yiyeceğine yönelik bir kurgusu var. Aslında bizim için de öyle tabii. Hem dostumu hem düşmanımı tanıyacağım, hem yemeğimi bulacağım hem tehlikelerden kaçınacağım. Biz bunun ötesinde görmeye sanatı da ekleyebiliyoruz, duygularımızı da. Görme duygularımızı da etkileyebildiğinden, bizim için çok daha önemli.
Değil mi? İşte bu yüzden sanatlar gelişmiş, sinema, tiyatro, resim…
Tabii! Bir de yaşamı sağlamak için önemli. Yani tamam, beyin olmazsa, kalp olmazsa, zaten ölüyoruz. Ama peki, hayatta kaldık, neyle yaşamımızı sağlayacağız? Onun için görme çok ağırlıklı oluyor. Tabii ki görmeyen bir kişi de hayatını kazanabilir, bir iş görebilir, işe yarayabilir; ama görme, işte orada üstünlük sağlıyor.
Türkiye’de “âmâ” dediğimiz, göremeyen bir nüfus var…
Hayatını bir şekilde devam ettirmeyi ve üretmeyi başaran bir nüfus.
Az gören veya hiç görmeyen insanlara görmelerini geri veremez miyiz?
Şimdi tabii, görmeyenlerin çeşitli sınıfları var: Bir tanesi, az görenler grubu. Az görenler grubu için yapılabilecek çok fazla şey var. Sadece organize olmak ve maddi imkanları buna göre düzenlemek gerekiyor. Az görenler için her şey özel yapılabilir: Daha büyük saatler, daha büyük asansör düğmeleri gibi. Ev içinde bazı eşyaların daha büyük olması gibi, yani bununla ilgili yapılabilecek şeyler sonsuz. Ama bununla ilgili organizasyon gerekiyor, maddi bir katkı gerekiyor ve her şeyden önce eğitim gerekiyor. Bu mümkün. İkincisi, görmeye o kadar önem verirken, görme azaldığı zaman birdenbire vazgeçiyoruz. “Tamam, bu öbür gruba düştü, vazgeç” , “O zaman yok say” gibi oluyor ülkemizde biraz. Oysa hayatımızda görmeyle ilgili bir yığın önemli kelime var, cümle var, düşünce var, hayal var. Biz, onların görmezken, ne gördüklerini bilmediğimiz için suyun içindeki balık gibiyiz. Kendimiz yaşamadıkça bilmiyoruz. Üçüncüsü, görmeme nedeni “başkasında olsaydı, engellenebilirdi”
denebilecek bir grup var hâlâ ülkemizde. Görmeme sebebi beyne değil de, göze ait ise umut daha fazla; fotoğraf makinesini değiştirebilmek gibi. Kornea nakli yapabiliriz, başka tedaviler yapabiliriz. Şimdi yeni bir tedavi çıktı. Bu tedavi, göz sinirlerinin, yani retinanın çalışmadığı, bunun dışında gözde her şeyin sağlam olduğu hasta grubunda uygulanıyor. Ama bu tedavi daha çok yeni, deneme safhasında. Henüz böyle yaygın kullanılabilecek bir şey değil. Gözün içine bir çip takılıyor ve bu ciple “fiber optik”teki gibi, karaltıyı veya hareketi görebilecek bir etki yaratılabiliyor. Dediğim gibi bu daha çok yeni, henüz çok yaygın değil.
Günümüzde göremeyen, biç göremeyen birçok insan için bir şey yapılabileceğine inanıyor musunuz?
Elbette! Önce, hasta kör mü, değil mi, bunu ayırt etmek gerekiyor. Çünkü bazıları kör değil, basit bir katarakt ameliyatından yararlanabiliyor. Bazıları kör, ama tam kör değil. Dolayısıyla az görenlere yardım yöntemlerinden yararlanabiliyor. Yani bu hastaları ayırt etmek bile çok önemli. Bununla ilgili çok fazla çalışma, veri yok elimizde.
Türkiye’de 160 bin görme engelli var
Türkiye’de görme problemi olan insan sayısını hatırlıyor musunuz?
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 2000 yılı nüfus sayımına göre, görme engelli sayısı 160.000. Bu da ancak sayılabilen, bilinen rakam. Bu görme engellilerin dışında bir de az görenler var. Bu tabii oldukça büyük bir sayı, hem kişi için hem ülke için zor. Bu görmeyenlerin birçoğu eğer zamanında teşhis edilebilselerdi ve eğer zamanında tedavi edilebilselerdi, kör olmayacaklardı.
Bu insanların ışığı, renkleri, dünyayı yeniden görmelerini sağlayabilir miyiz?
Hepsi için değil, ama bir kısmı için elbette. Çok ciddi bir miktarda azaltılabilir. Bu doğru.
Yasaların kabul ettiği körlük nasıl oluyor?
İnsanların kör demesi, ışığı bile görmemesi anlamında; ama yasa, belli miktarda görme istiyor, belli miktarda görme açısı istiyor. Yasa derken, araba kullanmak, bir işi emniyetle yapabilmek, başkasına zarar vermemek, kendisi zarar görmemek açısından; bunu istiyor yasa.
Tüm dünyada İSO milyon az gören, 45 milyon da yasal olarak kör kabul edilen insan var…
Evet, evet! Bu büyük bir sayı tabii. İşte, bu nedenle göz sağlığına önem vermek çok önemli.
Warning: A non-numeric value encountered in /var/www/vhosts/acilservis.pro/httpdocs/wp-content/themes/acilservis/inc/function-opt.php on line 949
mrblr..hocam ben ilerici derecede miyop hastasıyım,20 yasına geldiğimde göz numaram sağ 22 sol 23’tü,2003 yılında gözlerime emrcek yerleştirdiler gözlükleri attım fakat 2010 yılında sağ gözümde yırtıklar olusmus,teşhisi koyup Karaman’dan İstanbul’a gidinceye kadar 4 yerden dev yırtıklar oluşmuş ameliyat oldum silikon yerkeştirdiler,1 yıl sonra silikon alındı fakat aradan 3 ay gecti göz tekrar dekole olmus tekrar silikon yerleştirildi,sağ gözümde görme çok az silikon alınsa bile umudumu kaybetmek üzereyim,hocam sözün özü retina yırtıklarına nakil oluyor mu böyle bir imkan var mı yoksa görme kaybım sürekli böyle devam mı edecek..yardımlarınız için şimdiden teşekkür ederim…