Aşkı tanımlamaya çalışan uzmanlar bu duyguyu çok yoğun, kısıtlı zamanlı ve başka bir insana bağlı bir ruh hali olarak ele alıyor. Gerçekten de aşık bir insanın zihni ve tüm bedeni, biraz sıra dışı bir durumda. Kişinin bilinci, mantığını kaybediyor ve sadece sevdiği kişiye yöneliyor. Sürekli o insanı düşünüyor.
Aşık olanlar, algı ve yargı güçlerini kaybediyor ve yüzlerine o meşhur “pembe gözlüğü” takıyorlar. Uyuyamıyorlar, iştahları kaçıyor. Arzuladıkları kişi onları tüketiyor ve o kişiye bedensel olarak yakın olma ihtiyacı duyuyorlar.
Aşklarına karşılık aldıkları zamansa kendilerini harika bir uyuşturucu almış gibi hissediyorlar. İki tarafa da benzersiz güçler veren ve onları her türlü soruna karşı kör eden bir uyuşturucu… Aşkın coşkusu sona erdiği zamansa beraberlik, sevgi birlikteliği veya çöküş haline geliyor. Sonucun ne olacağı, beklenenin ne kadar gerçekleştiğine bağlı.
Aşık olma hissine henüz nörobiyolojik bir açıklama getirilememiş. Yine de aşık olmakla birlikte özellikle vücudumuzdaki dopamin hormonunun (“ödüllendirme maddesi” de deniyor) bir rol oynadığı düşünülüyor.
Aşık olduğumuz zaman, vücudumuz bol miktarda dopamin üretir ve bu da tipik bir sarhoşluğa benzeyen bir mutluluk hissine neden olur. Mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin seviyesiyse düşer.
Artık tamamen aşık olduğumuz kişiye odaklanmışızdır. Bu, “obsesif kompulsif bozukluk” denen saplantıya çok benziyor. Bazı sinir hastalarında (nevrotiklerde) bu düşük serotonin seviyesi çok tipik bir özellik. Kısacası aşık olmak ve nevrotik davranışlar akraba sayılıyor.
Aşık olduklarında, sonsuz bir coşkuyla delice şeyler yapan ve sonrasında hiç bir şey hatırlamayanlar, herhalde aradaki bu bağı pek de garip bulmayacaklar. “Aşın gözü kördür” sözü boşuna değil…
Marie Claire
Kaynak: Hastane.com.tr