Parkinson Hastalığının Nedenleri Bilinmiyor
Parkinson hastalığının sebebi ne, bunu biliyor muyuz? Parkinson hastalığının sebebini bilmiyoruz. Parkinson hastalığında beyinde olan değişiklikleri iyi anlamış durumdayız. Aynı Alzheimer hastalığında olduğu gibi. Orada yaptığım bir benzetme vardı; “Suç mekanını iyi anlamış durumdayız, ancak henüz suçluyu yani tetiği çekeni bulmuş değiliz.” Özellikle son 8-10 yıl içinde, Parkinson hastalığının genetiğinde olan gelişmelerle, bu hücrelerin neden öldüklerini daha iyi anladığımızı düşünüyoruz. Örneğin “ailevi Parkinson hastalığı”na sebep olan bütün genetik mutasyonlar şu ya da bu şekilde hücre içinde protein yapım ve yıkımı ile ilgili olan genlerde oluşan mutasyonlar. Lewy cisimciğinin içinde de bu genlerden birinin kodladığı bir protein birikiyor. Mutasyonları hastalığa sebep olan diğer genler de hücre içinde protein dönüşümüne, yıkılıp-yapılmasına karışan genler. Bugün geldiğimiz noktada Parkinson hastalarında beyin hücrelerinin içinde eskimiş proteinlerin yıkılmasında bir sorun var diye düşünüyoruz. Proteinler sürekli olarak yakılıp yıkılması gereken, hem hücre işlevinde hem hücrenin yapısında rolleri olan moleküller. Yıprandıkları zaman da yıkılıp tekrar yapılmaları lazım. Eğer herhangi bir şekilde hücrede, eskimiş proteinleri yıkan sistemde bir sorun olursa, bu eskimiş proteinler yavaş yavaş hücre içinde birikmeye başlıyorlar. Bu biriken proteinler ise, bir süre sonra hücrenin normal işleyişini bozmaya başlıyorlar. Artık sağlıklı işlev göremeyen, gerekli enerjiyi üretemeyen hücre de intihar etmeye karar veriyor ve zaten genetik programında mevcut olan intihar genlerini çalıştırıp kendi kontağını kapatıyor. Hastalığın oluşumuyla ilgili bugünkü varsayım böyle.
Bu “kontak kapatma” hadisesi neden bazı insanlarda oluyor da bazılarında olmuyor?
Şu anki düşüncemiz, bunun bir tür genetik-çevre etkileşimi ile ortaya çıktığı şeklinde. Bazı insanların doğuştan itibaren, genleriyle getirdikleri bazı yatkınlıkları var. Eğer bazı çevre faktörleri de devreye girerse, yatkın insanlarda hastalık ortaya çıkıyor. Yani hastaların büyük kısmında tek suçlu genetik değil, tek suçlu çevre faktörleri de değil, sorun bir gen-çevre etkileşimi. Yanlış genleri yanlış çevrelerde taşıyan insanlarda hastalık riski yükseliyor.
Tanı koymak için yine anamnez’e (hastanın hastalık Öyküsünü doktora anlatması) mi başvurmalı?
Evet. Parkinson hastalığının tanısı da prensip olarak klinik bir tanı. Karşınıza gelen hasta, “Hareketlerimde genel bir yavaşlama var. Yürümem giderek yavaşladı, adımlarım küçüldü. Vücudum öne doğru eğildi. Sağ kolumda durduğum yerde bir titreme var. O elimi kullanmakta zorluk çekiyorum” gibi belirtiler söylediği zaman hemen bu hastalıktan şüpheleniyorsunuz. Bizim hastada gözlemlediklerimiz ve muayene bulguları sonuçta tanıyı koyduruyor. Hastadan ve yakınlarından alınacak iyi bir hastalık öyküsü, iyi bir gözlem ve muayene ile birleştiğinde hastaların büyük kısmında tanı koymakta zorlanmıyoruz. Hastayı karşımıza oturtup hakikaten titremesi var mı, yok mu, titriyorsa nasıl titriyor, diye gözlüyoruz. Bu titreme genellikle heyecanla, kızgınlıkla hatta sevinçle ortaya çıkar veya artar. Biz de muayene esnasında hastayı heyecanlandırmaya çalışırız. Muayene esnasında bir taraftan hastayı gözlerken bir taraftan da nörolojik muayene dediğimiz yöntemle baştan ayağa tüm sinir sisteminin işleyişini gözden geçiririz. Bunu da belli bir sistematik içinde yaparız. Önce baş ve yüzden başlayıp göz hareketleri, görme, yüzün hareket ettirilebilmesi, duyma, yüzün duyusu, dilin ve yutağın hareketleri, ses ve konuşmanın değerlendirmesini yaparız. Kollan ve bacakları belli bir sistem içinde inceleriz. Bir taraftan harekete bakarız, kuvveti, koordinasyonu, refleksleri elin ince işlerdeki becerisini değerlendiririz. Duyu kaybı var mı, yok mu, kas kitlesinde bir erime söz konusu mu, bakarız. Sonra yürüyüşü, duruşu gözden geçiririz. Bütün bu muayene ve değerlendirmeler sonucunda, hastada hangi bulguların olduğunu saptarız. Örneğin gerçekten yavaşlaması var mı, yürümesinde değişiklik var mı, yüzü donuklaşmış mı (biz buna maske yüz de deriz), sesi değişmiş mi (Parkinson hastaları biraz kısık sesle, hafif tonda ve bazen heceleri tekrarlayarak konuşurlar) bunları saptarız. Muayene bulgularıyla hastanın ve yakınlarının söylediklerini bir araya getirir ve hastada bir Parkinson sendromu olup olmadığına karar veririz.
Herhalde bu safhada Parkinson sendromunıın altında ne yatıyor sorusu geliyor, yani ayırıcı tanı: Bu bir, klasik Parkinson hastalığı mı, yoksa onun benzerlerinden bir tanesi mi?
Bu aşamada baktığımız şey, benzerlerinden bir tanesi olduğunu düşündürecek ilave bir bulgu var mı, buna yanıt aramak. Yani Parkinson sendromunun 4 tane ana bulgusunun dışına taşan, göz hareketlerinde bir yavaşlama ya da kısıtlılık, dengede bir bozukluk, hastanın ayağa kalktığında tansiyonunun şiddetle düştüğü yönünde ilave bulgular var mı, onu değerlendiririz. Bir yandan da yardımcı tanı yöntemlerine başvururuz, örneğin beynin bilgisayarlı tomografi (BT) ya da manyetik rezonans (MR) ile görüntülenmesi gibi. Bununla yapmak istediğimiz Parkinson tablosuna sebep olabilecek başka sebepleri dışlamak; beyin damar tıkanmaları, tümörler, beyin içindeki boşlukların genişlemesi gibi. Bunun ötesinde BT veya MR’ın klasik Parkinson hastalığının tanışma doğrudan bir katkısı olmaz. Yani bir beyin MR’ına bakarak klasik Parkinson hastalığının tanısı konulamaz.
İlaca yanıt oranı: yüzde 90-95
Hastanın Parkinson tedavisine verdiği yanıtın teşhise bir katkısı var mı?
Bizim için ayırıcı tanıda önemli bulgulardan bir tanesi, hastanın Parkinson tedavisine iyi cevap verip vermediğidir. Klasik Parkinson hastalığında, hastalanıl yüzde 90-95’i ilaca şu ya da bu şekilde olumlu cevap verirler. Parkinson sendromuna sebep olan klasik Parkinson hastalığının akrabaları ise büyük ölçüde tedaviye cevap vermezler. Onun için tedaviye alınan yanıt bizi teşhis konusunda da yönlendirir.