Panik Atak ve Kalp Krizi
Panik atak ile kalp krizi arasındaki farklar anlatılırsa belki durum daha açık hale gelebilir öyle değil mi?
Evet. Mesela panik atak sırasında yaşananlar, aslında kalp krizi sırasında yaşanan olaylardan farklıdır. Ama ölüm korkusu, her ikisinin benzer olduğu konusunda hastayı yanıltır. Örneğin panik atak geldiğinde öncelikle kişinin kalbi çarpmaya başlar. Bu çarpıntıya ek olarak göğüste ve tam da kalbin üzerinde bulunan noktada ağrılar olduğu hissi uyanır. Bu ağrılar genelde saplanıp sonra aniden geçen türdendir. Bu ağrılar kişi hareket ederken ya da başkalarıyla konuşurken geçer. Ama atak yaşayan kişi sorununu düşünmeye başlayınca artar. Kalp atım hızı fazladır, taşikardi vardır, ama kalpte fiziksel bir sorun izlenmez. Kalp atım hızına bağlı olarak kişinin tansiyonu yükselir, ama genel olarak düşmez. Panik atak yaşayan kişiler korktukları için mideleri de bulanır. Zaten bunların tümü kalp krizi korkusunu iyice alevlendirir.
Kalp krizi anında neler yaşanır peki?
Kalpte çarpıntı artar, ama buna ağır bir ağrı eşlik eder. Devamında kriz gelir. Göğüsteki ağrı tam göğüs bölgesinde ve ağırlık verecek şekilde artar. Kalpteki aşırı çarpıntı ve göğüs bölgesindeki yaygın ağrı dinlenme sırasında azalma gösterebilir, yani panik atakta yaşanan durumun tam tersi geçerlidir. Kalple ilgili yapılan tetkiklerin sonucu normal değil, anormaldir. Göğüs bölgesindeki yaygın ağrı çok uzun süre geçmeyebilir. Bu ağrı geçen zaman içinde vücudun başka bölgelerine de sıçrar. Mesela boyuna, çeneye, sol kola. Bulantıya kusma eşlik eder. Panik atakta tansiyon yükselirken burada düşebilir.
Panik ataklıyla yaşayanlara öneriler, Panik Atak Kalp
Bir panik ataklıyla birlikte yaşayanlara öneriler neler olabilir?
Sürekli olarak elden geldiği kadar ona, “Sen bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı birisin, bu senin özelliklerinden kaynaklanan bir durum” denmeli. Kişi nöbet geçiriyor endişesini yaşarken yanında bulunan onun kadar telaşlı gö-rünmemeli. Bazı korkuların aşılmasında akılcı, gerçekçi bir konuşma biçimi belirlenmeli. Nazardır, cindendir, peridendir denmemeli. “Sen hastalıklı değil, endişeli, tedirgin bir insansın, istersen bunu ortadan kaldırabilirsin” şeklinde konuşulmalı.
Bana göre bütün hastalıkların ortaya çıkışında ve çözümünde duygusal zekanın beş öğesini hem hastanın, hem doktorun, hem de hasta ailesinin kullanması lazım. Duygusal zekanın beş öğesi şunlardır: Birincisi öz bilinçtir. Hastaya yaptığımız konuşmalarda onun kendisini çok iyi tanımasını isteriz. İkincisi öz güdülenmedin “Ben bunu yaparım”, “Bende bunu yapacak güç, kuvvet var” demek önemli. Çoğu güçsüz olduğunu düşünüyor çünkü. Öz bilincini tanımak, kendindeki gücün farkına varmak önemli. Üçüncüsü duygusal denetim ve bu çok önemli. İlkçağ filozoflarından bu yana üzerinde durulan şey bu. Duygular bizi üzgün, kızgın yapıyor. Duygular akılla bastırılır, engellenir, denetlenir. Bunu anlatmaya çabalıyoruz ve dördüncüsü ne olur başkasını da tanı, onunla empati kur diyoruz. Beşincisi de, “Bir çocuğun dünyada gelişmek için nasıl anne babasına ihtiyacı varsa benim yaşayabilmem için başkalarına gereksinimimim var” demektir. Bu beş öğe tanı koymakta, kendini tanımasında, karşılaştığı sorunları aşmakta önemli.
Panik atak hastası öleceğini sanıp sokağa çıkamıyor örneğin, bu durumda eşi ne yapmalı?
Bir kere tabii ki hasta o duruma gelmişse, sen hasta değilsin, sokağa çıkınca bir şey olmayacak demenin çok da faydası yok. Ancak o kişiye içinde bulunduğu durum mantıklı bir şekilde ve cesaretlendirilerek anlatılmalı. Mesela, “Bu aslında senin beklentinden başka bir şey değil. Senin kafanda yarattığın korkunun korkusu” demek gerekiyor. Çünkü bu, öğrenilmiş çaresizliktir. Orada dışarı çıkınca neyi yaşayacağını, ilk düşünce biçimi olarak olumla-mak lazım. Bilişsel tedavinin temelinde yatan, üstüne gitme ve yüzleşmedir. Gel bugün karşıki eve gidip dönelim, yarın sen git, ben bakacağım, sonra tek başına gidip dön gibi aşılama yapılabilir. İnsan, “Ben bunu yapamam” düşüncesinden uzaklaştırılabilir. Kafasında yaptığı bazı genellemeler var çünkü bu kişilerin. Sokağa çıkınca bayılacağını sanan kişiye dayanakları sorulmalı. “Benim hiç şansım yok” diyene de sorulmalı. “Ne yaptın da bunu gördün” denirse ve cevap vermeye zorlanırsa o cevaplar etkili olabilir. Hasta geliyor, “Sokağa çıkamıyorum” diyor bana, “Buraya geldin” deyince uyanıyor duruma mesela. Bilişsel kalıpları değiştirmek bu anlamda çok önemli.
Bu konuda sizin de bir anınız var, onu anlatır mısınız?
Size kendi anımdan bahsetmek istiyorum. 15 yaşında Anadolu’dan gelmiştim ve yüzme bilmiyordum. Sudan korkuyordum açıkçası. Arkadaşlarım ise Arnavutköy’den geçen takalara takılıp, Rumelihisarı’na gidip geri yüzerlerdi. Gençlik var serde. Bir gün dayanamayıp ben de atladım suya. 8-10 kulaçtan sonra panik oldum, savunma düzenim kalmadı. Elimi salladım, bir kayık geldi de kurtuldum. Sonra yüzmek ne kelime, iki ay ortadan kayboldum ve “Bunu mutlaka yapacağım” dedim. İki ay sonra çok iyi serbest yüzmeye başladım, hatta Yüzme İhtisas’a girdim ve 60 senedir hâlâ yüzüyorum. Korkunun üzerine gidilirse yenilebilir. Ben bu korkuyu yendiğim için bir sürü arkadaş edindim. Eğer sürekli kaygım olsaydı, sanırım ben de yüzemezdim hiç.