İnsan vücuduna topluca baktığımızda, önemli iç organların dışarıya açıldıkları bazı “ağız” noktalarını kolayca görürüz. Bunların başında nefes ve yemek borusunun başlangıcını oluşturan ağız ve dudaklar, bağırsak kanalının çıkışını oluşturan makat, kadınlarda döl yatağı
ve döl yolunun çıkışını ya da girişini oluşturan vulva gelir. Yine bunlar arasında erkeklerde idrar yolu ve sperm kanalının penis ucundaki ağzı ile kadınlarda süt bezlerinin meme uçlarındaki çıkış noktaları gösterilebilir. Yaşamsal işlevlerle bağlantılı olan bütün bu “ağız” yöreleri kas ve sinir dokularının özellikleri yönünden büyük benzerlikler ortaya koymaktadır. Buralarda sinir uçları son derece duyarlı, kaslar ise en ayrıntılı biçimde gelişmiştir. Bu yöreler, yaşamsal iç organ ve işlevlerin vaz geçilmez uç karakolları durumundadır. Bu yörelerin bir başka özelliği ise, dış deri dokusu ile iç deri dokusunun, yani mukozanın, buralarda birbiriyle karışması ve birleşmesidir. Bunu gözümüzde daha iyi canlandırmak için, geniş bir delta ile denize açılan bir nehrin ağzını düşünebiliriz. Delta yöresinde nehirden gelen tatlı su ve tatlı su canlıları ile denizin tuzlu suyu ve deniz canlıları karşılaşır. Çok hareketli bir biyolojik ve coğrafî ortam oluşur. Vücudun bu yöreleri arasındaki ortaklık, cinsel organların yalnızca üreme organlarıyla sınırlı olmadığını göstermektedir. Bu yörelerin hepsi, erotik uyarımlar sistemiyle doğrudan doğruya bağlantılıdır. Dikkat edilecek olursa dudaklar ve ağız, gördüğü işlevlerin çeşitliliği ve çokyönlülüğü bakımından, ayrıca da buradaki sinir ve kasların özellikle hareketliliği ve yapısal esnekliği bakımından bambaşka bir önem taşımaktadır. Ağız yoluyla nefes alınır, yemek yenir, su içilir, tat duyulur, en önemlisi de ağızdaki dil, diş ve dudaklarla konuşulur, yani iç dünyada* ve dış dünyada yaşanılan her türlü şeye bu organlarla insana özgü biçimde uzanılır, ifade verilir. İşte bu Özellikler ve bunların
yanısıra ağız yoluyla kurulan cinsel ilişkiler, insan yüzüne.ağza ve dudaklara bütün diğer organların yanında apayrı bir yer sağlamaktadır.
İnsan yavrusu, dış dünyayı tanımaya ve algılamaya dudaklar ve ağız yoluyla başlar, daha ilerki yıllarda ise beslenmenin yanında konuşmanın da katılmasıyla dudaklar ve ağız bu önemi korumaya devam eder. Elbette ki, dudaklar ve ağzın ilk yaşam yıllarından başlayarak cinsel yönden de önem kazanmasında, bu yörenin tat almanın merkezi olması rol oynar. Çünkü tat alma, haz duyma demektir.
Beslenme, konuşma ve haz duyma güdülerinin bileşik önemi, dudaklar ve ağızda merkezleşerek sevilen, sayılan, arzulanan şeylerin dudaklara dokundurulmam alışkanlığının yerleşmesine yol açmıştır. Dudaklarla temasın çok belirgin bir simgesel anlam taşıdığını, hâttâ birçok eski ve yeni toplumlarda töre halini aldığını biliyoruz. Sayılan kişinin elini öpmek, tapılan kişinin eteğini öpmek, kutsal sayılan ekmeği öpmek, Kur’anı Kerim’i öpmek, Kutsal Haç‘ı öpmek, memleket toprağını öpmek, bayrağı öpmek bunlar arasında sayılabilir. Günümüzde de sevilen birini selâmlamak ya da kutlamak amacıyla yanaklarından, alnından öpmek, çocukları sevgiyle yanaklarından öpmek, iyice yerleşmiş toplumsal alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizdendir. Bu gibi geleneklere eski toplumlarda da, örneğin Eski Yunan’da ve Roma’da da rastlanmakla birlikte hiç görülmediği toplulukların varlığı da bilinmektedir. Öpme ya da öpüşmenin sevgi ve saygı boyutundan erotik boyuta geçmesi ayrı bir aşama oluşturmaktadır. Burada aynı davranışın duyumlanışı ve simgesel anlamı farklıdır. Freud ve Ellis’e göre öpüşme, basit anne öpücüğü ve çocuğun meme emmesinden doğmuştur. Bir erkekle bir kadının yüzlerinin birbirine iyice yaklaşması, hâttâ değme
si, her iki tarafta da heyecanın büyük ölçüde yoğunlaşmasına neden olabilir. Yoğun heyecan ise her şeyden önce dudakları değdirme isteğini kamçılar. Dudaklar hafif öpmelerle yüzde, boyunda, belki omuzlarda dolaştıktan sonra asıl hedefine, yani karşıdakinin dudaklarına ulaşır. Dudak teması böylece en üst haz düzeyine, cinsel birleşmenin en anlamlı simgesi olan öpüşmeye varır. Duyulan süre kımıldamaksızın birbirlerine iyice sokularak, sarılarak gözlerini kaparlar ve sanki kendilerinden geçerler.
Hangi tür olursa olsun öpüşme, yalnızca cinsel birleşme öncesinde girişilen aşk oyunlarının önemli bir bölümü değil, aynı zamanda cinsel birleşmenin de önemli öğelerinden biridir. Eşlerin yüz yüze durdukları cinsel birleşme türlerinde erkek ile kadının yüzleri birbirine son derece yakındır. Sarılma ve kucaklaşma sırasında çiftlerin dudaklarıyla da birleşmeye girişmeleri doğaldır. Üstelik böylesi, cinsel birleşmeden duyulan hazzı pekiştirerek çiftlerin tam anlamda birbirlerine kavuşmalarını sağlar. Bunun yanısıra boynun ve kulakların öpülmesi, dilin kulak kıvrımları içinde dolaştırılması da özellikle tahrik edicidir. Eşlerin birbirlerinin vücudunu yoklamada, denemede, dokunmak ve okşamak yoluyla birbirlerinin vücudundan haz almada ellerin yanısıra en fazla kullandıkları organları dudaklarıdır.
Günümüz Batı toplumlarının pek çoğunda özellikle genç eşlerin herkesin içinde alenen öpüşmeleri hoşgörü ve anlayışla karşılanmaktadır. Buna karşılık çoğu azgelişmiş ülkelerde, özellikle de islâm ülkelerinde bu gibi davranışlar yalnızca toplum ahlâkını zedeleyici kabul edilmek le kalmayıp üstelik şiddetle cezalandırılmaktadır. Örneğin Batı kaynaklı filmlerin pek çoğunda ayrıntılı öpüşme sahnelerine rahatça yer verilirken, bu filmler azgelişmiş ülkelere geldiğinde söz konusu sahneler sansüre uğramakta, hele bu ülkelerde çekilen yerli filmlerde bu gibi sahnelere yer vermemeğe özen
gösterilmektedir. Bu konuda Türkiye, aşırı liberal sayılabilecek ahlâk görüşlerinin egemen olduğu Batı toplumlarıyla, baskıcı ve otoriter ahlâkın egemen olduğu Doğu toplumları arasında yer almaktadır.
Baskıcı ahlâkın belirleyici olduğu ortamlarda cinsel ilişkiler mümkün olan en temel, en asgarî boyutlara indirgenmek istendiğinden ve haz alma ilkesi tümüyle reddedildiğinden, birçok insan doğal güdüleriyle toplumsal ahlâk arasında bocalamaktadır.
Sağlıklı bir cinsel yaşam için, insan doğasının ayrılmaz parçası olan haz ilkesine alenen olmasa bile kulak vermek gerekmektedir. Toplumsal ya da kurumsal bir amaca yönelik olmasa bile çevreye zarar vermediği takdirde haz duymak, insanın en doğal haklarındandır