Öğrencilerin başarılı olması için anneler, babalar, öğretmen büyük çaba harcarlar. Çocuk da katılır bu çabaya. Ancak bütün bütün bu çabalar sonucu gene çocuklarımız istenilen başarıya ulaşamaz.
Çocuklarımızın istenilen başarıya ulaşamamalarının en büyük nedeni, onların öğrenme gereksinimiyle aile ve okulun öğretme isteklerinin çelişkili olmasındandır.
Çocuğun duyu organlarının çalışmaya başlamasıyla çocukta öğrenme olayı başlar. Bu başlangıç, çocuğun doğduğu gündür. Parlak bir cisim gören çocuk, onu öğrenmek isteyecektir. Henüz yürüyemeyen ve emekleyemeyen çocuğu o cisme götürmek, yani çocukla cisim arasında ilişki kurdurmak, onun öğrenme isteğini ve açlığını doyurur. Çocuk böylece öğrenmeye alışır. Emeklemeye başlayan çocuk, evin içindeki eşyalara teker teker bakarak, dokunarak, hatta koklayıp ısırarak, bir şeyler öğrenmek isteyecektir. Yürümeye başlayan çocuk ise evi, sokağı, daha geniş bir çevreyi öğrenmek için koşturup duracaktır.
Genellikle yedi yaşına kadar olan bu devrede çocuğun eylemleri kısıtlanır. Bu düpedüz çocuğun öğrenmesini engellemek demektir. Öğrenmesi engellenen çocukta, doğal olarak, öğrenme alışkanlığı gelişemez. Yedi yaşında okula giden çocuk, öğrenmeye hazır değilse okulda da bazı öğrenme bozuklukları baş gösterir.
Şimdi diyelim ki çocuk öğrenmeye hazır. Bu kez de okulda birçok sorunlar beklemektedir onu. Günün belli zamanında okula gitmek, sıra olmak, 40 dakika sınıfta kalmak, günde beş kez bu işi yapmak sıkar çocuğu. Ağaçtan armut koparır gibi önceki hayatından koparırsak çocuğu, ağacından kopan armut ne olursa çocuk da öyle olur. Onun için okula yeni başlayan çocuğun okul süresinin dörtte üçü, oyun biçiminde okul öncesi yaşantılarına uygun olarak sürdürülmelidir. Bu süre, şöyle böyle iki-üç ay kadar yürütülmelidir. Ondan sonra, yarı yarıya oyun ve ders paylaştırılabilir. Bu oyunlar, müzikli, hareketli ya da çocukların okul öncesi oyunları olabilir, ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşimci sınıflarda ise günlük ders süresinin en az dörtte birini oyunlar almalıdır.
Genellikle yedi yaşına kadar çocukların öğrenme olanakları kısıtlanıyor evlerde. Öğrenme istekleri kısırlaştırılmaya çalışılıyor bir bakıma. Çocuk, okula girdikten sonra ise anne, baba, öğretmen üçlüsü birleşiyor. Onun öğrenmesini istiyorlar. Ama neyi öğrenmesini istiyorlar? Öğretmenin istediklerini… Okuma, yazma, matematik, resim, müzik vb. Ya çocuk daha başka şeyler de öğrenmek istiyorsa ya da çocuk öğretilmek istenilenlerden bazılarını öğrenmek istiyor da bazılarını öğrenmek istemiyorsa! Bunlardan bazılarını öğrenmeye hazır değilse!… O zaman ne olacak? O zaman bütün bilgiler, sınıftaki öteki çocuklarla birlikte öğretilmeye çalışılacak. İsteksiz ve hazırlıksıza alınan bu bilgiler, çocuğun duygusal yaşamını zedeleyecek. Böylece çocukta bunalımlar ve davranış bozuklukları başlayacak. Bu duruma daha çok lise ve üniversite sınıflarında rastlanıyor. Çocuğun mental ve fizik güçlerinin verimlilik bakımından sıfıra indirilmesi demektir bu.
Bu konuyu biraz daha açıklayalım. Ruhsal etkinlikleri üçe ayırabiliriz: Zihin, irade, duygu, zihin ve irade olaylarında görev alan beyin hücreleri, beyin zarının iç yüzeyinde yer alan hücrelerdir. Beynimizin %90’nını oluşturan iç bölümlerdeki hücreler ise duygu yaşantılarında görev alır. Öğrenme, bir zihin olayıdır. Zekânın derecesi de beyin zarı iç yüzeyinde bulunan hücrelerin zayıflığı ya da güçlüğü ile oranlıdır.
Öğrenme ile ilgili olgular (bilgiler), beynin yüzey hücrelerinde yani beyin zarının iç yüzeyinde oluşur. Öğrenme ile görevli hücrelerin belli bir alma doygunluğu ve gücü vardır. Gereği olmayan bilgi, zorlanarak çocuğa verilirse bu bilgiler, önce alınan olgularca beynin iç taraflarına itilir, yani duygu işinde görevli hücrelere ödev olarak yükletilir. Gerçekte ise duygu hücreleri asıl görevleri dışındaki olguları almaya yeterli olmadıkları gibi hazır da değildirler. Olgu saklamak için ham, pişmemiş hücrelerdir bunlar. O nedenle bilgi yüklü bir olguyu tam kavrayamadıkları gibi bu kez görevleride olan duygusal yaşamı da aksatırlar. Böylece çocukta duygusal sallantı, kişilik bozuklukları ve sonuç olarak da uyumsuzluklar başlar.
İstenmeyen ya da fazla olgular, duygusal hücrelerde yer aldıkça iki çeşit işte görev almak zorunda kalan bu hücrelerde görev dışı yüklerden dolayı fazla bir sıkıştırma oluşur. Dışarıya doğru itilme, fazla ve gereksiz ağırlıktan kurtulma çabası başlar beyinde. Bu çaba, zihnin öğrenme hücrelerini de etkiler. Böylece beyinde öğrenmeye karşı bir tepki başlamış demektir. Bunun için lise ya da üniversitere kadar başarı ile giden bir çocuğun buralarda duraklaması olağan bir olaydır.
Okul süresi boyunca çocuğumuzun başarısının korunmasını istiyorsak onun mental güçlerini sömürücü çalışmalar yerine bu güçleri besleyici ortam hazırlanmalıdır. yani çocuk isteğimize göre sömürülmemeli, ondaki başarı kaynakları beslenmelidir. Çocuk öğrenmeye hazır tutulmalıdır. Öğrenmeye her zaman hazır olan öğrenci, başarılı olur. Bu da öğrencilerdeki yeteneklerin gereği ölçüşünde geliştirilmelerii ile olanaklıdır.
Kaynak: Yusuf GÜNDÜZ, Çocuğun kişilik ve başarı ortamı, karınca matbaacılık, izmir 1974, s.49-52