Migrenin nedeni, Migren Neden Oluşur, Migren Nedenleri
Daha önceki bölümlerde de açıklandığı gibi, migren, kan dolaşımının, tüm vücuttaki, özellikle de beyindeki ve kafatasındaki damarları etkilemesiyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu damarlar, önceleri daralırlar, sonra gevşerler, böylelikle de anormal ölçüde genişleyerek gerginleşirler. Bu değişim, yıllardır migrenin nedeni olarak kabul edilmişse de doğruluğu ile ilgili bazı kuşkular da yok değildir.
Oftalmoskop denilen bir aygıtın yardımıyla, gözün arkasındaki damarları incelemek mümkündür. Bu damarlar da beyin içindeki damarların aynası durumundadır. Bir migren nöbeti sırasında hastanın gözdamarlarını inceleyen uzmanlar, gözün gerisindeki ışık tutucu tabaka olan retinadaki (ağtabaka) damarların daraldığını görürler. Migren nöbeti sırasında beyin içindeki damarların doğrudan incelenmesi olanaksızdır. Ancak beynin iki yanına ağaç dalları gibi dağılan daha büyük atardamarları röntgen tekniğiyle gözlemlemek mümkündür.Nöbetler sırasında bu yöntemle büyük beyin atardamarları üzerinde yapılan incelemeler, bu damarlarda herhangi bir değişim olmadığını göstermektedir.
Son zamanlarda, beyindeki kan akımını araştırmak üzere yeni birtakım yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemde, xenon denilen radyoaktif bir gaz, boyundaki ana atardamarlara enjekte edilir ve daha sonra beyin içindeki akımı gözlemlenir. Başağrılarının görme ve duyumsama bozukluğu şeklindeki ilk belirtileri alındığı sırada, hastada xenon yöntemiyle yapılan incelemeler, migrenden etkilenen bölgede kan akışının yüzde 20-50 oranında azaldığını ortaya çıkarmıştır. Belirtilerin gözlemlendiği baş bölgesinin tersinde yapılan kan hızı ölçümleri, akış yavaşlamasının daha da fazla olduğunu kanıtlamıştır.
Röntgen tekniğiyle yapılan incelemeler, ana atardamarlarda bir değişim meydana geldiğini gösterdiğine göre, arteriyol dediğimiz daha ince atardamar kollarının daralarak kan akımının azalmasına neden olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Başağrısının başlamasıyla birlikte, kan akışı normale hatta normalin de üzerine yükselmektedir. Kafatasının, ağrının hissedildiği kısımlarında artış miktarındaki fazlalık yüzde 50’yi bulmaktadır. Bu yargı, migren ile kan dolaşımı bozukluğu arasındaki ilişkiyi doğrulamaktadır. Peki, bu rahatsızlığın belirtilerine uymakta mıdır ve daha da önemlisi, dolaşımdaki değişikliklerin sebebi nedir?
Bu noktada, beynin yapısı üzerinde kısaca durmakta yarar görüyoruz. Beyin, ortada birleşen iki yarıküresel parçadan oluşur. İki yarıkürenin birleştiği yerin alt yüzeyinden aşağı doğru beyin kökü uzanır. Beyin kökü, bizim devinimlerimizi sağlayan motor sinir vuruşlarını organlarımıza aktarır, duyumsamamızı sağlayan sensor sinir vuruşlarını da organlarımızdan yukarı doğru taşır. Yarı kürelerin üst yüzeyleri, buruşuk ve kıvrımlı bir yüzeye sahip, bir gri maddeden oluşur ve milyonlarca sinir hücresi içerir. Bu hücreler, beynin daha derindeki ak maddesini oluşturan sinir telleri aracılığıyla birbirleri ile ve vücudun öteki tüm bölümleri ile bağlantılıdır. Beynin yüzeysel tabakasının muhtelif bölümleri, çeşitil bedensel işlevlerin gerçekleştirilmesiyle görevlidir. Belirli bölgeler, motor etkinlikle (hareket), sensor etkinlikle (duyumsama ve dokunma), kolların ve bacakların eşgüdümüyle, anımsamayla, tat, koku, işitme ve görme duyularıyla ilgili ve diğer bedensel işlevlerden sorumludurlar. Çok ilginçtir ki, beynin sağ yarıküresi, vücudun sol yarısından gelen bilgileri algılar ve o bölgeye ilişkin işlevleri denetler. Sol yarıküre ise vücudun sağ bölümünden sorumludur. Örneğin, sağ elini kullanan bir insanda, konuşma ve konuşulanı anlama merkezleri sol yarıkürededir.. Görmeyle ilgili merkezler, beynin arka bölümündedir. Sol tarafta kalan görme hücreleri, sağ çevreden gelen görüntüleri algılarken sağdaki görme hücreleri de sol çevredeki görüntüleri algılamakla görevlidir. Örneğin, soldaki görme merkezlerinde meydana gelebilecek bir aksaklık, hem sağ hem de sol gözün görme alanlarının sağ yarısında görme yetersizliğine neden olacaktır.
Migren sırasında, görme alanlarında meydana gelen kayıplar ve halüsinasyonlar da böyledir. Ancak kimi zaman, herhangi bir gözün kendi damarlarında meydana gelen etkilenmeler sonucu, o yörede de görme bozuklukları olabilir.
Böyle zamanlarda beynin tümünde kan dolaşımının azaldığını biliyoruz. Buna rağmen, migren belirtilerinin ortaya çıktığı görme, duyumsama ve konuşma alanlarının neye göre seçildiğini ve belirlendiğini anlayabilmek hiç de kolay değildir. Beynin tamamında kan akışı azaldığına göre neden yalnızca bu bölgeler etkilenmektedir? Aslında migrendeki uyarıcı belirtiler, beynin birçok bölgesinden gelebilir. Fakat buraya kadar tarif edilenler en yaygın olanlardır. Bu özel bölgelerin kan akışının azalmasına karşı çok daha duyarlı olduğunu kabul etmekten başka bir açıklama şekli bulunamamıştır. (Ağrısız Migren, Migren Mide)
Bu dolaşım değişikliklerine ne sebep olmaktadır? Migreni uyaran tüm etkilerin birbirleri arasındaki ilişki nedir? Bu soruların yanıtları, kısmen vücudun kimyasında yatmaktadır ama büyük ölçüde bilinmemektedir. Şimdi, migrenle ilişkili kimyasal değişimlere göz atalım ve onlardan bir sonuç çıkarmaya bakalım.
Bazı besinlerin kimyasal yapılarında bulunan aminler, tiraminler ya da histaminler, bazı kişilerde görülen migren rahatsızlıklarıyla ilişkili olmalarına karşın, migrenlîlerin çoğunluğunu ve normal insanları, anormal Ölçülerde etkilemezler. Aşağıda ele almaya çalışacağımız kimyasal değişiklikler, bu tür değişikliklerin dışında ve bir hayli farklıdır.
Aminlerin bazı türleri noradrenalin ve serotonin —vücut dokularında doğal olarak vardır. Bu aminler, öteki bazı görevleri ile birlikte damarların hacimlerini de denetlerler. Migrende, ağrıların başlamasından önce kan plazmasındaki noradrenalin miktarında artış olur. Bu serotonin miktarını da yükseltir. Noradrenalin, kandaki pıhtılaşma ile görevli elemanlar olan plateletlerin de bir araya toplanmalarına ve ayrışmalarına da neden olur. Bu daha çok serotonin ve başka kimyasal maddelerin sürekli bir işlem olarak salgılanmasını sağlar. Normal olarak beyin serotonin-den etkilenmez. Ancak migrende serotonin beyin dokularına girer ve küçük atardamarların daralmasına neden olur. Bazı bölgelerde bu etki migren belirtilerini ortaya çıkarır.
Sonra plazma ve beyindeki serotonin miktarı ani bir düşme gösterir. Bu düşüş sırasında, damarlar da özellikle kafatası dokularında ve beyni çevreleyen zarlar da gevşer ve genişler. Serotonin seviyesinin azalmasıyla birlikte, başağrıları görülür.
Kadın veya erkek bazı migren hastalarında, ağrı nöbetlerine bağlı olarak dokulardaki su ve tuz miktarlarında da çoğalma meydana gelir. Kadınlarda, özellikle adet dönemlerinin migreni daha da kötüleştirdiği günlerde bu çoğalma daha vurucu boyutlara ulaşır.
Bu bilgilerin ışığında, migreni uyaran etkenlerin biyokimyasal ve başka değişimlerle nasıl bir bağlantı kurduğunu görmek hayli zordur. Görünen odur ki, kalıtımsal nedenlerle, kimi insanlarda anormal biyokimyasal tepkiler gelişmekte; eğer kan damarları üzerindeki kontrol kolayca yitirilebiliyorsa bunun ardından bazı besinlere olan duyarlılıklar, alerjiler, yüksek tansiyon ve hormonal değişimler de etkili olarak migrene yol açmaktadır. Ne var ki, kişilik, gerginlik, bunalım, yorgunluk iklim değişikliklerine uyumsuzluk gibi migreni tahrik edici öteki unsurlarla bu varsayım arasında ilişki kurmak ve bir açıklama bulmak kolay değildir.
Son yıllarda yapılan araştırmalarda elde edilen bazı bilgiler migrenle ilgili soruların yanıtlanmasına önemli ölçüde ışık tutmuştur. Yakın bir gelecekte karanlıkta kalan tüm noktaların da aydınlatılması dileğimizdir.