Kuş Gribinde Hükümetin Hataları
Kuş gribi, Türkiye’nin gündemine, 2005 yılının Ekim ayında, Balıkesir’in Manyas ilçesine bağlı Kızıksa beldesindeki hindi ölümleri üzerine girdi. İlk olarak 9 Ekim 2005 tarihli gazetelerde yer alan haberlere göre, 4 Ekim’i 5 Ekim’e bağlayan gece, yaklaşık 1800 hindi aniden ölmüştü. Yetkililer, ölümlerin kuş gribinden kaynaklandığını açıklamıştı. Ancak gribe hangi virüs alt tipinin neden olduğu henüz kesinlik kazanmamıştı.
Yine 9 Ekim tarihli Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasının manşet haberi ise, iktidardaki AKP’nin sağlık politikasını özetliyordu: Sağlık Bakanlığı, sağlık görevlilerine mezheplerini soruyordu! Bakanlığa devredilen SSK hastanelerinde çalışan sağlık görevlilerine gönderilen “sicil bilgi formu”nda, “mezhep” hanesi vardı. AKP hükümeti, kimlerin dinsel inançları nedeniyle fişleneceğini, kimlerden kurtulmak gerektiğini saptamaya çalışıyordu.
Aynı bakanlığın kuş gribi haberleriyle ilgili ilk tepkisi, Manyas’taki olayın “dünyadaki büyük salgınla hiçbir ilgisinin olmadığı”nı açıklamak oldu. Henüz gerekli laboratuar testleri yapılmamış ve hindi ölümlerine H5N1 virüsünün yol açtığı kesinleşmemişti. Ama kuş gribi iki yıldır dünya gündemindeydi ve Güneydoğu Asya ülkelerinde 150 milyona yakın kanatlı ölmüş ya da itlaf edilmişti. Rusya’ya ulaşmış olan H5NI virüsünün göçmen kuşlar aracılığıyla Türkiye’ye de gelebileceği açıktı. Daha doğrusu, kesin olmayan tek şey, virüsün Türkiye’ye ne zaman geleceğiydi. Hem kümes hayvanlarının hem de insanların sağlığını korumak için aylar öncesinden önlem almaya başlamak, hem tarım üreticilerini hem de halkı salgın hastalıkla mücadeleye hazırlamak gerekiyordu.
Ama hiçbir şey yapılmadı. Manyas’taki hindi ölümlerine kadar… Daha doğrusu, tek bir şey yapıldı: Manisa Tavuk Hastalıkları ve Aşı Üretim Enstitüsü, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nm isteğiyle ve cumhurbaşkanının, başbakanın ve bakanlar kurulu üyelerinin imzasını taşıyan bir kararla, 2004 yılında, “yüksek elektrik faturaları” gerekçe gösterilerek kapatıldı.
Hiçbir hazırlık yapılmadığı için de, karantina bölgesindeki insanlar ellerindeki tavukları saklamaya çalıştılar. Bunun bir nedeni tehlike konusunda bilgilendirilmemiş olmaları, diğer nedeni ise itlaf bedellerinin düşüklüğüydü. Yine tehlike konusundaki bilgisizlik nedeniyle, itlaf çalışmalarına çocuklar da katılmıştı!
AKP hükümeti, kısa bir süre içinde, “olayın abartıldığı” teşhisini koydu. Büyük tavuk üreticisi şirketlerin çıkarları doğrultusunda, bütün sorun, “tavuk eti yensin mi yenmesin mi” tartışmasına indirgendi. Önce Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, kendisinin tavuk eti yediğini açıkladı. Sonra Bakanlar Kurulu üyeleri kameraların önünde tavuk yedi. Ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, medyanın konuyu çok “abartılı” bir şekilde verdiğini, “vatandaşları korku ve endişeye sevk edecek” bir durumun bulunmadığını, hastalığın yayılma tehlikesine karşı her tür önlemin alındığını söyledi. Tayyip Erdoğan’ın aynı günlerde yaptığı bir başka açıklama daha vardı: “Ülkemi pazarlamakla mükellefim.”
Medya, gerçekten de, kuş gribinin “sansasyon” kısmıyla ilgilenmiş, gereksiz ve yanlış korkulara yol açmıştı. Oysa hayvanlarda ilk kuş gribi vakalarının görülmesi, geç kalınmış bile olsa, salgın hastalıklarla mücadele konusunda gerekli adımların atılmasını sağlayabilirdi. Ama AKP hükümeti bunu da yapmadı. “Paniğe gerek yok” demekle yetindiler.
Evet, “paniğe gerek yok”tu. Ama kuş gribi virüsü bir kez gelmişti ve ilk olayın fazla büyümemesi bir şanstı. Avrupa’nın başka ülkelerinde de ortaya çıkan kuş gribi virüsünün Türkiye’nin farklı bölgelerinde ortaya çıkması olasılığı yükselmişti. Dolayısıyla, önlem alma zamanıydı.
Neler yapılabilirdi?
Aslında, salgın hastalıklarla mücadelenin etkin yolu, toplumsal eşitsizliklerin ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasıdır. Sağlık alanı özelinde ise, sağlık hizmetlerinin kamusal olarak sunulması, koruyucu sağlık hizmetlerine ağırlık verilmesi ve sağlık hizmetleri ile ilacın birer meta olmaktan çıkarılması gerekir. Ama bunlar, sermaye düzeninin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Bir sermaye partisi olarak AKP’nin bunları yapması düşünülemezdi tabii ki.
Ama kapitalizm sınırları içinde bile alınabilecek önlemler vardı.
Birincisi, kuş gribinden ve daha genel olarak salgın hastalıklardan korunmanın basit ama etkili yolları tüm yurttaşlara öğretilebilir, bunun için medya organları kullanılabilir, bilgilendirici broşürler dağıtılabilir, salgın hastalıklardan en kolay etkilenen kesim olan çocuklara yönelik özel çalışmalar yapılabilir, ilkokullardan başlayarak eğitim kurumlarında hijyen dersleri verilebilirdi.
İkincisi, hayvan çiftlikleri dışında yetiştirilen tüm kümes hayvanları, geçimleri bunlara bağlı olan insanların zararları karşılanarak toplanabilir, açık pazarlarda canlı hayvan ve yumurta ticareti yasaklanabilir ve hayvan çiftlikleri üzerindeki denetim artırılabilirdi.
Üçüncüsü, antiviral ilaçlar konusunda çalışma yapılabilir, Tamiflu dışındaki seçenekler ve özellikle patentsiz ilaçlar incelemeye alınabilir, antiviral grip ilacı üretmeye dönük adımlar atılabilir, aşı üretme çalışmaları yeniden başlatılabilirdi.
Dördüncüsü, tüm illerde kuş gribi vakalarına karşı hazırlıklı birer sağlık kuruluşunun bulunması sağlanabilirdi.
Beşincisi, en büyük tehlike kaynağı olan göçmen kuşların avlanması ülke çapında yasaklanabilirdi.
Neler yapıldı?
Bu basit önlemlerin hiçbiri alınmadı!
Bunlar yerine, “her tür önlem alınmıştır, tehlike kalmamıştır” açıklamaları yapıldı. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 9 Aralık 2005’te, tüm önlemlerin alındığını ve Türkiye’de kuş gribi hastalığının ortadan kaldırıldığını duyurdu.
Aralık ayının ortasında, yeni vakalarla karşılaşıldı. 15 Aralık’ta ilk ihbarlar geldi. Bu kez hükümet yetkilileri daha hazırlıklıydı: Kuş gribi vakaları inkar edildi!
Ağrı’nın Doğu Beyazıt ilçesindeki bir ailenin çocukları, hastalanan tavuklarını yedikten sonra hastalandılar. Milliyet gazetesine göre 18 Aralık’ta Doğubeyazıt’taki devlet hastanesine götürülen çocuklar, muayenenin ardından evlerine geri gönderildiler. Ama hastalıkları ağırlaşınca, kuş gribi şüphesiyle Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi’ne sevk edildiler. Çocuklardan biri, Mahmut Ali Koçyiğit, 1 Ocak Pazar günü öldü.
2 Ocak’ta bir açıklama yapan Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi Başkanı Turan Aslan, aralarında ölen çocuğun da bulunduğu dört kişide kuş gribi virüsüne rastlanmadığını açıkladı. Aslan, üç ayrı test yaptıklarını (“Hızlı Test”, “Elisa” ve “PCR”), bundan sonra artık başka virüs ya da bakterilerin bulunup bulunmadığım araştıracaklarını söylüyordu. Sağlık Bakanlığının bir diğer yetkilisi ise, Mahmut Ali Koçyiğit’in ölüm nedeninin “zatürree” olduğunu açıkladı (zatürree, insanlardaki kuş gribi hastalığının belirtileri arasında yer alıyor).
Türkiye’nin griple mücadele konusundaki en önemli kuruluşlarından biri olan Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezi’nin başkanı, bu açıklamaların hemen ardından, hacca gitti! İzleyen günlerde, kurum başkanlığından istifa ettiği duyuruldu. AKP’nin sağlık alanındaki “mezhep” temeline dayalı kadrolaşmasının ne anlama geldiği bir kez daha görülmüş oldu.
Yine 2 Ocak’ta, Hükümet Sözcüsü ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek, kuş gribinden söz edenleri “işgüzarlık”la suçluyordu.
4 Ocak günü ise, ölüm nedeninin kuş gribi olduğu ve Araştırma Hastanesi’ndeki diğer çocuklarda da kuş gribi virüsünün bulunduğu açıklandı. Kuş gribiyle mücadelede en önemli unsurlardan biri zamandı ve o da AKP’li bakanların gelişmeleri örtbas etme çabaları nedeniyle kaybedildi.
Bu arada, Van’daki hastanenin yetkilileri, Tamiflu adlı ilacın kendilerine 2 Ocak Pazartesi günü ulaştırıldığını ve aynı gün hastalara vermeye başladıklarını bildirdiler. Oysa bu ilaç, yalnızca, hastalık belirtilerinin görüldüğü andan sonraki ilk 48 saat içinde etkili olabiliyor. Ekim ayındaki kriz sırasında Tamiflu stoklamakla olmakla övünen Sağlık Bakanlığı, bu ilacı zamanında ulaştırmayarak, salgın hastalıklara karşı ne kadar “hazırlıklı” olduğunu bir kez daha gösterdi.
Mahmut Ali Koçyiğit’in kardeşi Fatma Koçyiğit, 5 Ocak gününün sabah saatlerinde, yine kuş gribi nedeniyle öldü.
Aynı günlerde, Sağlık Bakanlığı, hastalığın ortaya çıktığı doğu illerinde broşür dağıtmaya başladığını ilan etti. Oysa bu broşürlerin hastalık yeniden ortaya çıkmadan önce, Türkiye’nin her yanında ve özellikle de kümes hayvanı besleyenlere dağıtılması için bir aydan uzun bir süre vardı. Eğer yeterli bilgilendirme çalışması yapılsaydı, yoksul emekçiler hasta hayvanlarını kesip yemez, kümes hayvanlarının ya da kendilerinin hastalandığını bildirmek için ölüm haberlerinin gelmesini beklemezlerdi. Eğer yeterli bilgilendirme çalışması yapılsaydı, iki ölüm vakası da yaşanmayabilirdi.
Yine aynı günlerde, Doğu Anadolu illeri için av yasağı getirildi. Oysa göçmen kuşların en büyük tehlikeyi oluşturduğu biliniyordu. Örneğin, Türk Veteriner Hekimleri Birliği Mustafa Altuntaş, Manyas’ta yaşananlardan önce, 15 EylüPde, göçmen kuşlara dikkat edilmesi ve bunların avlanmaması gerektiğini açıklamıştı. Ama Manyas vakasının ardından bu konuda da hiçbir adım atılmadı. Sonradan, kuş gribi virüsünün, Doğubeyazıt’a, bu ilçe yakınlarındaki ve göçmen kuşların uğrak yeri olan iki gölden ulaşmış olabileceğini, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’in kendisi söyledi, daha doğrusu itiraf etti. Ve Doğu Anadolu’daki av yasağını yurt genelinde av yasağı izledi.
“Cehalet” dedikleri…
Hiçbir önlem almayan hükümet, kuş gribinin çok sayıda ile sıçramasının ve insanlardaki kuş gribi vakalarının artmasının ardından, sorumluyu buldu: Halk! Her şey halkın “cehalet” i yüzünden oluyordu… Halkı bilinçlendirmek için hiçbir şey yapmayan AKP iktidarının herhangi bir suçu olamazdı…
Halkı bilinçlendirmenin yolu ise, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından tarif edildi: Cuma hutbelerinde kuş gribinin anlatılması! Kısacası, sağlığımızı imamlara emanet eden bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Hükümetin sorumsuzca tavırları ise sürdü. Kuş gribi vakalarının 10’dan fazla ilde ortaya çıkmasına karşın, virüsün yayılmasını kolaylaştıran canlı hayvan hareketlerine sınırlama getirilmedi. Bu nedenle de kurban bayramında Türkiye’nin her tarafında canlı hayvan hareketi görüldü. Kurbanlık hayvanların üzerlerindeki kuş dışkıları yoluyla virüsün kolaylıkla taşınabileceği hesaba katılmadı. Bu bir yana, kuş gribi vakalarının saptandığı yerlerde karantina uygulamasına ya başvurulmadı ya da bu uygulama ciddi bir şekilde yapılmadı. Kısacası, virüsün ülke geneline yayılması için bütün olanaklar sağlandı.
Kuş gribinin İzmir ve Aydın’a sıçradığının saptandığı gün, Tayyip Erdoğan, “Durum kontrol altındadır. İlaç ve aşı noktasında herhangi bir sıkıntımız yoktur” açıklamasını yaptı. Aşı konusunda herhangi bir sıkıntı olamazdı, çünkü kuş gribinin aşısı henüz geliştirilememişti!
11 Ocak günü ise, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin şu açıklamayı yapıyordu: “Türkiye’nin kuşların göç güzergahı üzerinde yer aldığını ve bunun doğuracağı riskleri yeni keşfettik. Ama bütün bunlardan dersler çıkarıyoruz. İnanıyorum ki, bu sorunu çok kısa sürede çözeceğiz. Bu bizim boynumuzun borcu.”
Yani, cahil olan, halktan önce, hükümetin kendisi! Yıllar öncesinden başlayan uyarılara ve iki ay önce yaşanan kuş gribi vakasına rağmen, hükümet, kuş göçünü ve bunun risklerini “yeni keşfediyor”.
Hızlı tren katliamına neden olurken de, altyapıda doğru dürüst hiçbir iyileştirme yapmadan trenleri hızlandırmanın felakete yol açabileceğim yeni keşfetmişlerdi…
AKP ve sağlık sistemi
Hızlandırılmış bir diğer facia ise sağlık hizmetlerinde gerçekleştirildi. Müşteri odaklı hizmet, doktor seçme özgürlüğü, hastaneler arası rekabet söylemleriyle kamuya ait sağlık örgütünü şirketleştirdiler. Böylece bütçeden sağlığa ayrılan payı ve kadrolu çalışan sağlıkçıların sayısını azalttılar. Kamu hastaneleri, bir şirket gibi kendi gelirleriyle sözleşmeli sağlıkçı istihdam etmeye başladı. Performansa dayalı çalışma ile döner sermaye gelirleri personel arasında pay edilmeye başlandı ve kamu sağlık hizmetlerine son darbe vurulmadan önce kamucu ideoloji bir kez daha zihinlerde yok edilmeye çalışıldı.
Ve tam kuş gribi salgınının Doğu Anadolu’da baş gösterdiği sırada kamuyu çökertecek vuruş AKP tarafından yürürlüğe kondu: Devletin kamu hastanelerine olan 3.5 milyar YTL borcu silindi. Devletin özel hastanelere olan borcu ödenmeye devam ederken, devlet hastaneleri, başta hemşireler olmak üzere sözleşmeli çalıştırdıkları sağlıkçıları işten çıkarmaya başladılar. Bir salgın öncesi ne kadar güzel bir hazırlık!
Türkiye’de düzenin ülkeyi felaketlere karşı savunmasız hale getirdiği biliniyor. Ancak kuş gribi salgını sırasında yaşananlar AKP iktidarının bu ülkenin başına gelmiş başlıca felaketlerden biri olduğunu gösteriyor.