KOZMİK BİLİMİN GAYESİ

Yazar:   Tarih:   Kategori: Genel Sağlık 

Dünyamızın da içinde bulunduğu nihayetsiz kâinatın büyük bir patlama ile oluştuğu ve günümüze kadar da genişleyerek mevcudiyetini devam ettirdiği gerçeği Yaratıcı’nın “semaları ve yeri yoktan var ettiğinin” bir delilidir.

Büyük patlama sonucunda modern kozmolojinin verileri kâinatın durağan olmadığını, devamlı genişlemekte veya büzülmekte olduğunu, bunun sonucunda büyük bir enerjinin ortaya çıktığını ve hareket halindeki bu enerjinin evrenle beraber “dünyamız ve içindekileri” de etkilediğini göstermektedir.

Cansız atomlardan evrendeki bütün canlıları yaratan da “O”dur. Evrende tesadüflere yer olmadığının ve evrenin yaratılmış olduğunun delili yine kozmozdaki plan ve düzendir.

Büyük patlama ile kozmozdaki mükemmellik evreni hayranlık verici bir hassasiyetle “yaratan”ı işaret eder. Kozmozda tespit edilebilen yaklaşık 300 milyar galaksiden biri olan ve yine yaklaşık 250 milyar yıldızdan oluşan samanyolumuzdaki 12 milyar km2 içinde yaşadığımız güneş sisteminde dünyamız da bulunmaktadır. Samanyolundaki bu küçük dünyamız kendisinin ve güneşin etrafında hızla dönerek mevsimleri oluşturup kozmoza ve dünyamıza ısı ve ışık vererek saniyede 200 km hızla güneş sistemiyle beraber kozmozda hareket ettiği halde biz bu hareketi hissetmeyiz. Kozmozda bize en yakını 500 trilyon km. uzakta olan yıldızların birbirine uzaklıkları da yaklaşık 30 trilyon km. olup ısıları eksi binler derecesindedir. Bilinen yaklaşık 2 milyon bileşimden 1.700.000’i yani % 85’i karbon atomundan oluşmuştur. Karbon, bilindiği gibi, 109 elementten birisidir. İşte modern bilim bütün bunları araştırmaktadır.

“Modern bilim”in gayesi; evreni ve içindeki bütün yaratılanları incelemek, insanlığa bunların mahiyetini, nedenini ve niçinini açıklamaktır.

“Modern bilim” içinde bir “cüz” olarak kabul edebileceğimiz “kozmik bilim”in gayesi; dünya insanlığının asrımızda kesin olarak bilinmesi gereken gerçekleri, evrenin yoktan var edilişi sonucu ortaya çıkan “enerjinin” boyutlarını “asrın idrakine” göre “ilim ve fen” noktasında izah etmektir.

“İnsan” bir enerji alanına sahip olarak kâinattaki enerji denizinin içinde yaratılan diğer muhataplarıyla devamlı etkileşim halinde, Yaratıcı’nın emri doğrultusunda kader çizgisinde planlandığı gibi “rolü”nü oynamaya çalışmaktadır.

“Modern bilimin” kabul ettiği termodinamiğin, yani enerjinin bozulması sonucunda kozmosta devamlı hareket halinde olan bu enerjinin, bizler ve diğer varlıklar tarafından kullanılabilmesi için uygun enerji boyutlarına dönüştürülmesi gerekir.

“Kozmik bilim”, bu enerjinin dönüştürme mekanizmasını “nasıl, neden, niçin”ini akılları gözlerine inenlere izah yolunu seçmiştir.

“Modern bilim”, insan organizmasının moleküler yapısının yanında evrendeki enerjiyle ilişkili olduğunu ve bu mekanizmanın belli bir plan, nizam ve intizam içinde hareket ettiğini ispat etmiştir.

“Einstein’in izafiyet teorisi”nde madde ile enerjinin ayrılmaz bir kütle olduğu, dolayısıyla her şeyin sürekli hareket halindeki enerji parçacıklarından oluştuğu ve birbirini etkiledikleri ileri sürülür.

Bu etkilenme ile insanlar “düşünür” veya “düşünemez”; günümüzdeki gibi yaratılış gayesine uygun olan veya olmayan hareketler sergiler.

Enerjiyi “insan” boyutunda değerlendirdiğimizde insan bedeninin karmaşık enerji boyutları olduğu görülür.

“Modern bilim” enerjinin yok olmadığını, sadece hareket halinde başka enerji boyutlarına dönüştüğünü kabul eder.

“Kozmik bilim” de, bedendeki enerjiyle beraber bunların belirli noktalarda enerji merkezleri oluşturduğunu ve bu merkezleri birbirine bağlayan enerji kanalları olduğunu söyler.

Doğu mistizmini ve aynı kaynaklı felsefik teorileri çağrıştıran ifadeleri kullanıyor diye tenkit eden Batılı hayranlarını aydınlatmak için; güneşin hayat menbaı olduğunu, dünyayı ve içindeki karanlık ruhluları aydınlatmak için güneşin doğudan doğduğunu ve Altaylar’dan başlayarak Orta Asya’dan dünyamızı aydınlattığını, nura gark ettiğini anlatmak istedik…

Uzak Doğu’da bunu araştıran bilimde bu merkezlere Sanskritçe “enerji merkezi”; merkezler arasında ve çevre ile irtibatı sağlayan duyarlı enerjileri yüksek, akışkanlığı sağlayan damar ağlarına da “Nadi”ler denilmiştir. Konunun toplumumuzda anlaşılabilmesi için biz de bu terimleri-kelimeleri aynen kullanarak izah yolunu seçtik.

Mistik açıdan Uzak Doğu’daki inançlarda ve İslam inancında bunların her an insanlarla alâkalı olduğu, farklı adlarla anılan “400 bin enerji boyutunun” insan bedenlerini kontrolünde tuttuğu veya koruduğu kabul edilmiş bir inanıştır.

İçinde yaşadığımız dünya katı maddelerden meydana gelmiş olmasına rağmen, deniz gibi sürekli hareket halinde olan akıcı bir enerjiden oluşmuş ve onunla çevrelenmiştir.

Modern bilim de insan organizmasının sadece moleküllerden oluşan fiziksel bir yapısı olmayıp, tüm evrende olduğu gibi onun da bir enerji alanına sahip olduğunu doğrular.

Biz enerjiyiz ve sürekli hareket halinde olan bir enerji denizinde yaşıyoruz. Tamamen enerjinin içinde yüzen bir enerji blokuyuz.

Enerji; kendini madde olarak değil hareketle gösteren bir kuvvettir. Herkesin kabul edeceği gibi görünmese de, gerçek olan bir kuvvet vardır. Bu kuvvet enerjidir. Bizden farklı boyuttaki bir “ışıma”dır.

Bu noktadan hareketle evrende bulunan yegane şeyin, “enerji” olduğunu söyleyebiliriz.

“Einstein’ın izafiyet teorisinin” önemli sonuçlarından biri de, enerjiyle maddenin, birbirinin yerini tutabileceği kabulüdür.

Madde, hareketini yavaşlatarak kendini gösteren enerji olduğuna göre, kütle bir enerji blokundan başka bir şey değildir.

Biz de enerjiden oluşuyoruz. Katı bir kütle gibi görünen vücutlarımız sürekli hareket halinde bulunan çok miktardaki enerji parçacıklarından başka bir şey değildir.

Kozmostaki her şey enerjinin farklı bir boyutudur. Dünyamıza doğrusal olmayan bir gözle baktığımızda, biz dahil çevremizdeki her şeyin enerjiden oluştuğunu ve bu enerjinin tam bir bütün oluşturmak için birbirine içtenlikle bağlı olduğunu görürüz.

Bizler birbirinden ayrı varlıklar değiliz. Aynı bütünün parçalarını oluşturuyoruz. Varlıklardan birine etki eden bir şey diğerlerini de etkiler.

Bütün düşünceler, davranışlar, sözler, yaptığımız tüm jestler, geri kalan tüm evreni etkileyen enerji şekilleridir.

Bir fizik kanununa göre, enerji evrende hiçbir zaman kaybolmaz, sadece Yaratıcısı’nın kudreti ile başka enerjilere dönüşebilir.

“Beden”in maddî görünüşü ardındaki iş yapabilme gücü, tam işlevleri ve yetenekleriyle bedenin onsuz var olmayacağı karmaşık bir “enerji sistemi”nden oluştuğu gerçeğidir. İşte kozmik bilimin gayesi bu oluşumun “perde arkası”nı aralamaktır.

Yaşam Enerjisi

“Kozmik bilimce” vücudumuzda var olduğu kabul edilen enerji merkezleri, “yaşam enerjisi”nin çeşitli şekillerini alırlar, dönüştürürler ve dağıtırlar.

Enerji merkezleri yani “enerji merkezleri”, yaşam enerjisini “nadiler -kanallar-” yoluyla insanın enerji bölgelerinden, çevresinden, evrenden ve tam enerji yapılarından alırlar; maddî bedenin yaşaması için gerekli olan frekanslara dönüştürürler. Bununla birlikte çevrelerine de ayrıca enerji verirler.

Bu enerji sistemiyle; insanlar, yerküre, evren ve bunların hepsi “kozmik enerji” vasıtasıyla karşılıklı bir ilişki içindedirler.

Bugün dünyamızı koruyan ozon tabakasının delinmesi havanın, suların, ormanların kirletilip aşırı derecede kimyasal terkiplerle katledilmesi sonucunda, karşımıza bugünkü birçok doğal felaketin çıkması normal görülmelidir.

Enerji titreşimleri kendilerini değişik frekanslarda gösterirler.

Enerji, çok yoğundan çok safa doğru değişen seviyelerde veya hızlarda titreşir.

“Düşünce”; kendini çok hızlı değiştirerek çok yüksek oranda titreşen saf bir “enerji” biçimidir.

“Sevgi” bitmez tükenmez bir enerji kaynağıdır.

Madde ve enerji birbirlerinin yerine geçebilirler.

Hiçbir zaman, madde ve enerji olmadan maddenin tek bir molekülü, enerjinin tek bir atomu var olamaz. Her ikisi birbirinin yerine geçer.

Vücudumuzdaki enerji merkezleri, daha önce de belirttiğimiz gibi enerji merkezleridir.

Enerji Merkezleri evrenden hayat enerjisini alıp vücuda dağıtırlar.

“Enerji merkezlerimiz” açık olduklarında; evrenden gelen enerjiyi kabul ederler, alırlar, metabolizmamıza iletirler ve içimize akmasını sağlarlar.

Vücudumuzun enerjisini arttırmak için enerji merkezlerimizin açık tutulmasına çalışmak çok önemlidir.

Kozmik bilimde “hastalıklar” her zaman enerji merkezi seviyesindeki bir enerjinin tıkanması olarak izah edilir.

Enerji ve yaşama isteği arasındaki ilişki, çok belirgindir. Heyecanlanan bir insanın “enerjisi artar” ve o kişi canlanır.

Yaşama isteği insanı normal bir birey haline getirir.

Yaşama isteği aşırı derecede ise, kişi olağanüstü bir kişilik sergiler.

Hareket eden her cismin enerjiye ihtiyacı vardır. Ancak bu, yaşayan organizmalar olduğunda başka görüşler de söz konusu olur. Mesela; Çin felsefesinde Ying-Yang, In-Yan, aydınlık-karanlık birbirine zıt kutup teşkil eden iki tür enerji mevcut olup, her kötülüğün içinde bir iyilik yani siyahın içinde beyaz her iyiliğin içinde bir kötülük yani beyazın içinde siyah olduğu düşüncesini bizlere anlatır. Esas olan bunların terazide tutulmasıdır. Bunların akupunktur tedavisinin esasını teşkil ettiği kabul edilir.

Noktalarla hastalıklardan korunmak konusunda ilerleyen sayfalarda geniş ve uygulamalı izahlar verilmiştir.

“Kişiliği” enerji açısından anlamaya çalışırsak, kişiliği ve enerjiyi birbirinden ayrı tutmamak lazımdır. Kişinin ne kadar enerjisi olduğunu; bunun ne kadarını kullandığını, kişiliğinin üzerinde ne kadar etkili olduğunu belirtir.

Bazı insanların diğerlerinden daha çok enerjileri vardır. Bazıları da enerjilerini tutamaz; âni heyecan ve stresle atarlar. Böyle insanlar, yorgun olmamalarına rağmen kendilerini yorgun hissederler.

“Yaşam enerjimiz”in beslenmemizden tutun, çevremizle ilişkiler ve çevre faktörleri, elektromanyetik dalgaların etkisi, düşüncenin insana direk, dolaylı tesiri, planlı yapılan tahribatlar gibi pek çok hadise ile yakın ilişkisi vardır. Yaşam enerjimizi yakın takipte izlemeliyiz.

“Yaşam enerjisine”; kalbin atışından, sindirim sisteminin hareketlerine, yürümeye, konuşmaya, ibadetlerden çalışmaya kadar her faaliyet için mutlaka ihtiyaç vardır.

Kan akımı vücutta dolaşım sırasında metabolizma ürünlerini ve O2’yi dokulara ve organlara taşır. Amaç, bunlara enerji sağlamak ve aynı zamanda yanma sırasında meydana gelen atıkları da uzaklaştırmaktır.

Kan hem bir taşıyıcıdır, hem de enerji yüklüdür.

Kan; vücutta ulaştığı her noktaya canlılık, sıcaklık ve heyecan verir.

Kan dışında vücutta “bağırsak”, “hücre sıvıları” ve “bazı bezlerin salgıladığı sıvılar” gibi “enerji yüklü” sıvılar da vardır ve bunların “enerji boyutları” farklıdır. “Yaşam enerjisi”, bu farklı boyutların izahı ile anlaşılabilecektir.

Çevrenın Enerjisi

Beden; çevredeki enerji ile devamlı bağlantı halindedir.

İnsan bedeni sadece yiyeceklerden enerji almaz. Çevreyle devamlı alışveriş halindedir.

Çevrenin de beden üzerinde etkisi vardır.

Çevrede şayet olumlu etkenler mevcutsa bedende pozitif, değilse negatif enerji yüklenir.

Açık bir havanın, güzel görüntülerin, mutlu insanların üzerimizde olumlu etkileri vardır. Puslu veya kapalı havalar, depresif kişiler bize negatif tesir ederler.

Çevremizdeki enerjiye her birimiz ayrı bir tepki gösteririz. Enerji yüklü insan olumsuz etkileri daha kolay püskürtür.

Eğer vücutta akım normal ve kişinin enerji merkezleri açıksa çevresindeki insanları olumlu yönde etkiler.

Müspet enerji yüklü insanlarla beraber olduğumuzda mutlu olduğumuzu hissederiz. “Çevrenizin enerjisi” sizin kişiliğinizle doğru orantılıdır. Bakın öyle olduğunu göreceksiniz.

Düşüncenın Enerjisi

“İnsanlar” cüz’i iradeleriyle gelecekteki mutluluklarını veya mutsuzluklarını, yani sonuç itibariyle “kader”lerini kendileri belirler.

“İnsan” diğer yaratılanlardan farklı olarak “düşüncesiyle” gideceği yolu “cüz’i iradesi”yle belirleyecek ama yaratılış gereği bu bir tesadüf sonucu oluşmayacak. Sonuçta “Yaratıcı”nın gösterdiği yolda hareket ederek ortaya çıkan “kader”ini yaşayacaktır.

Düşünce, dünyadaki bütün kuralların yönlendiricisi olarak görülmelidir.

Hiç düşündünüz mü kozmozdaki ölçü ve kusursuzluğu? İnsanın ve onu besleyen bitkilerin şuursuz çamurdan meydana geldiklerini, meyvelerin kabuklarının, hayvanların tüy ve derilerinin koruyucu bir ambalaj olarak yaratıldığını… Havanın uçmak, denizin yüzmek, karanınsa ayakta durmak için ihdas edildiğini… Bütün bunların ve herşeyin bir anda bir “afet”le kaybedilebileceğini, herşeyin ölümle son bulabileceğini ve yaratıcının bütün bunları yapabilecek tek güç olduğunu düşündünüz mü?..

Düşünceler ilahi kurallar istikametinde yeşerir ve geliştirilirse; problem üretici değil, çözücü, yüksek karakterde ve seviyede insanlar yetişir.

İnsanlar doğru düşünmek için yanlış düşünceleri beyinlerinden atarak saf zihinlerle “büyük işler” başarabilirler.

Küçük yaşta kendi kendilerini yönetmeyi öğrenenler, yukarıdaki yön dışında, beyin fonksiyonunu geliştirenler, hayatta başlarına gelecek kötü olayların pek çoğundan kurtulmuş ve başarılı olmuşlardır.

“Düşünce”nizin geleceğinize ait bütün yaşanacakların “mutlak hakimi” olduğuna inanırken, mutlak hakim olan Yaratıcı’nın gücünü hatırlayın.

Düşünceyi, Yaratıcı’nın size bahşettiği istikamette yönlendirmenizle “iyiliklerin”, aksi halde ise “kötülüklerin” kaderiniz olacağını biliniz.

Bu gerçek. Bütün mistik anlayışlarda bunun böyle olduğu ispatlanmıştır.

Uzun araştırma ve deneyler sonucunda “beynin ürettiği düşüncenin elektrik akımlarına benzeyen etkiler gösterdiği ve bu etkilerin canlı maddelerin eczalarında zaman zaman değişkenlik göstererek müsbetten menfiye veya menfiden müsbete geçtikleri tespit edilmiştir.”

Algılayıp gördüğünüz kadar düşünürseniz hayvandan farksız olursunuz. Amaç düşüncenizin gücüyle görebilme, sınırları zorlama, gördüğünüzü araştırarak “düşüncenin enerjisi”nden istifade etme, “kozmik bilinç”e erişmeye cehd etme ve “insan” olduğunu anlamaktır.

İiddetli ve kötü düşünceli heyecanların hayat sisteminde zararlı ve çok tehlikeli kimyasal oluşumlar meydana getirdiğini ve bu maddelerin bedenin her tarafına çeşitli yollarla yayıldığını görebileceğimiz gibi; güzel, hoş ve neşeli heyecanların bedendeki enerji hücrelerini tahrik ederek faydalı kimyasal maddelerin bedene yayılmasını sağladıkları görülmüştür.

Bu da “müsbet düşünce”nin insan bedenindeki etkisini ilmî olarak ispatlamaktadır.

Burada “inanmak” yani “düşüncenin gücü” insanların inancı ile ilgili olmayıp sadece bir düşünce boyutudur.

Bunu biz âniden gelen heyecanlarla, yani beyinde oluşan düşünceyle mekanizmanın şoka girmesi sonucunda -ki bu bazen korkudan bazen de sevinçten olabilmektedir- bedende beklenmedik değişiklikler olmasından görebilmekteyiz. Kimileri bunu “kalp krizinden ölüm” diye yorumlamaktadır. Bazen arabaya binerken veya kapıda, bazen ise bir kişi veya maddeye değdiğimizde bir elektrik çarpması olur. İşte bu sizin her an bedeninizde olan bir “enerji”dir. Bunun mutlaka bir yolla topraklanıp bedenden atılması gereklidir. Düşüncenin gücü burada ortaya çıkmaktadır. “Düşünce gücü”nü O’ndan alıp O’nu dikkate vermeli. Yani her zaman belki bilmeyerek kullandığımız, tesadüfen, ben ne şanslıyım, ben ne akıllıyım, yağmur yağıyor, güneş tutuldu vs. gibi düşünceler insandaki iman duygusunun zayıflığına ve şuur sahiplerinin düşüncesizliğine, düşüncenin güçsüzlüğüne işarettir. Herşeyin O’nun “ol” demesi ile olduğunu düşünmeyi unutmamalıdır. “Düşüncenin gücü”, yorumlayanına göre değişebilmektedir.

İnancin Enerjisi

İman yoluyla tedavi, bir dinî mezhebin veya ibadethanenin yetkisiyle olmaz.

Yaratıcı’ya inanarak; aklımızı çeşitli metotlarla yönlendirdiğimizde organlarımızın da görevlerini kolaylaştırabiliriz.

İman kuvveti’yle ne kırılan bir bacak ne de ölmüş bir hücre diriltilemeyebilir, ancak şartlandırılarak yani “telkin” yoluyla tedaviye yardımcı olunabilir.

“Nefs” hep nakit işlere yönelik enerji oluşturup öncelikli olanlarını yürütür. İnsanlar ibadetlerini yapmakta zorlandıkları hâlde işlerine her gün giderler. Çünkü maaş alırlar. Fakat ibadetlerini ise erteleyebilirler.

İnsandaki içgüdüsel sesler ve şartlanma bizi akıl sesinden uzak tutar. Bu da bizi yeni bir inanca, arayışa ve bilimi zorlayarak yeni buluşlara ve görüşlere doğru yönlendirir. İnancın enerjisi bize bu yolla yeni ufuklar açabilir. Akıl sesi kurallı dengeleyicidir. Vicdan içgüdüsel bir sestir ve inançtır. Bir “enerji”dir.

Çünkü insan ruhu “yaratılış gereği” olmasını istediği bir şeye yürekten inanmaya hazırdır.

İnsanın üfürükçü, hipnozcu ve kırık-çıkıkçı gibi, metot üreten pek çok kişiyi arayıp bulması, deneye dayanmayan metotlara itibar etmesi de bu düşünceden kaynaklanmaktadır.

İnsanın düşünceyle oluşturduğu “korku ve neşe” bir arada bulunamaz.

Korku, “asit-karbonlu hava gibidir; aklı ve ruhu zehirler, bazen ölümlere bile sebep olabilir” denilmiştir.

Savaşlarda büyük kahramanlıklar gösteren nice kadın ve erkeğin küçücük böceklerden veya farelerden korkması “düşüncelerin etkisiyle beyinlere nakşedilen korkudandır.”

Hayatımızdaki geri dönüşü olmayan hataları unutarak beynimizdeki “menfi enerjiler”den kurtulmalıyız.

KOZMİK BİLİMİN GAYESİ adlı konuya yorum yapmak ister misin? Etiketler

*

*

Yorum yapmak ister misin?

Acilservis.pro - Hakaret, imla kurallarına uymayan ve konu ile alakasız yorumlar kesinlikle onaylanmayacaktır.