Kan Transfüzyonu Nedir, Kan Transfüzyon
Kan transfüzyonu ile ilgili kayıtlar 300 yılı aşkın bir süredir tıp literatüründe yer almakla beraber, bilimsel ve fizyolojik temellere dayalı transfüzyon uygulaması Landsteiner’in 1900 yılında AB0 kan gruplarını tanımlaması ile başlamıştır. Kan transfüzyo-nunun önemli dönüm noktalarından birisi de 1939 yılında Rh faktörünün ortaya çıkarılmasıdır.
İkinci Dünya Savaşı’nın da etkisiyle kan transfüzyonun kullanımı giderek yaygınlaşan bir tedavi yöntemi niteliği kazandı.
Kan transfüzyonu özel bir doku transplantasyonu olarak tanımlanacağı gibi, alıcıyı metabolik ve endokrin sorunlarla karşı karşıya bırakan bir ilaç yada sıvı-elektrolit verilmesi şeklinde de kabul edilebilir. Çoğu zaman hayat kurtarıcı olurken, gereksiz yere kullanıldığında hasta yaşamını etkileyici hatta öldürücü bir nitelik kazanabilir. Bununla birlikte çoğu cerrahi müdahale iyi bir kan transfüzyonu desteği olmadan yapılamaz. Bu nedenle transfüzyon kararı verilirken sağlanacak yarar ile transfüzyonun doğuracağı sorunların titiz bir şekilde değerlendirilmesi yapılmalıdır.
Kan Transfüzyonu Endikasyonları
Kan transfüzyonunun ana amacı kaybedilen kanın yerine konması olmakla birlikte kan ve kan ürünlerinin transfüzyonunda aşırılığın önlenmesi ve maksimum güvenirlik kuralı temel politika olmalıdır. Gereğinde hayat kurtarıcı olan kan transfüzyonunun morbiditesi ve mortalitesi genel anesteziden fazladır. Küçük ve klinik yönden önemli olmayan kan kayıplarında sıklıkla transfüzyona baş vurulduğu görülmektedir. Araştırmalar tüm kan transfüz-yonlarımn %35-50’sinin gereksiz yere yapılmış olduğunu ortaya koymuştur. Bir ünite kan trasfüzyo-nu normal erişkinde hemoglobin düzeyini 0.5-1 gr, hematokriti %2 arttırır.
Kan transfüzyonu için ana endikasyonlar
a- kan hacmindeki eksikliğin giderilmesi, b- kanın oksijen taşıma kapasitesinin düzeltilmesi, c- eksik pıhtılaşma faktörleri veya kan elemanlarının yerine konmasıdır. Ayrıca yenidoğanm hemolitik hastalığında kan değişimi için ve açık kalp ameliyatlarında ekst-rakorporel dolaşımı sağlamak için kan transfüzyonu endikedir.
a- Kan hacmindeki eksikliğin giderilmesi: Cerrahiyi ilgilendiren durumlarda kan transfüzyonu için en yaygın endikasyon kan hacmindeki eksikliğin giderilmesidir. Burada sözü edilen kan hacmi akut kayıpların yol açtığı hipovolemiyi kapsamaktadır. Akut kan kayıplarında hemoglobin ve hematok-rit değerleri doğru sonuç vermez. Sağlıklı bir şahsın hızlı 1000 mi kan kaybına maruz kalmasıyla ilk saatte venöz hematokrit %3, 24 saatte %5, 48 saatte %6, 72 saatte %8 düştüğü saptanmıştır. Bu seyir eksik kan hacmini gidermek amacıyla ne zaman kan transfüzyonu gerekli olduğunu gösterebilir.
Hem kanama miktarı hem de kanama oranı, kanamaya bağlı semptom ve belirtilerin ortaya çıkmasında belirleyici faktörlerdir. Sağlıklı bir kişi minimum kardiyak ve nabız değişiklikleri ile 15 dakika içinde 500 mi kan kaybını iyi bir şekilde tolere edebilir. Bu süre içinde kan volümü kaybı %15-30 olursa (2. derece kan kaybı) taşikardi ve nabız basıncında düşme ortaya çıkar. Kayıp %40-50 oranına çıkarsa taşikardi, taşipne, hipotansiyon, oligüri ve mental değişikliklerle sonuçlanır. Transfüzyon endikasyo-nu için kan hacminin en az %20-25’inin akut olarak kaybı gerekir. 70 kg sağlıklı biri için bu miktar 1200-1500 ml’dir. Çocuklarda ve yaşlılarda daha az miktarda kan kayıpları ile kan transfüzyonu gereksinimi ortaya çıkmaktadır.
b- Kanın oksijen taşıma kapasitesinin düzeltilmesi: Kan bütün doku ve organların perfüzyonunu sağlayan bir maddedir. Metabolik gereksinimler ve enerji temini için oksijen kan ile sağlanır, metabolik artık ve yan ürünler yine kan ile taşınarak dokulardan uzaklaştırılır. Kan hacmindeki azalma değişik solüsyonlarla giderebilirken kanın oksijen- taşıma kapasitesindeki eksiklik ancak kan transfüzyonu ile giderilebilir. Dokulara oksijenin taşınması eritrositlerin primer fonksiyonudur. Kan eritrosit kitlesinde akut azalma ortaya çıktığında kanın oksijen taşıma kapasitesi düşer ve dokularda hipoksi ortaya çıkar (hemolitik anemi de olduğu gibi). Bu durum kan transfüzyonu ile düzeltilmesi gerekir. Transfüzyon gereksinimi için doku hipoksisinin klinik belirtileri (taşikardi, nefes darlığı, çarpıntı, halsizlik, hipotansiyon vb) ortaya çıkmalıdır. Bugün, kan transfüzyonu için hemoglobinin 10 gr/dl, hematokritin % 30’un altına düşmesi kritik sınır olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte hastaların anemiye toleransları çok değişiktir. Kardiyovasküler ve pulmo-ner yetmezliği olan hastalar düşük hematokrit düzeyini hemodinamik açıdan sağlıklı hastalara göre daha kötü tolere ederler. Bu sorunları taşımayan hastalarda hematokritin 20’ye kadar düşmesi sorun oluşturmaz.
Kronik anemili hastaların çoğunda organizma bu eksikliğe uyum sağladığından transfüzyon gerekmez, hatta tehlikeli olabilir. Oksijen taşıma kapasitesini arttırmak için yapılan transfüzyonda eritrosit süspansiyonu kullanılır. Bütün preoperatif trans-füzyonlar ameliyattan 24 saat önce tamamlanmış olmalıdır.
c- Yetersiz pıhtılaşma faktörlerinin veya kan elemanlarının yerine konması: Akut kanamalarda konjenital bir eksiklik yoksa, karaciğer fonksiyonları ileri derecede bozulmamışsa veya hasta antikoagü-lan ilaç almıyorsa, koagülasyon faktörlerinin %50 eksikliğine kadar herhangi bir koagülasyon bozukluğu veya hipokoagülabilite ortaya çıkmaz. Bazı hastalarda tam kan yerine kanm belirli komponentlerin-de bir eksiklik veya yetersizlik bulunur. Meydana çıkan tablo kuramsal olarak eksik olanın yerine konması ile düzeltilir. Örneğin; hemofilide pıhtılaşma faktörlerindeki eksiklik taze donmuş plazma veya kriyopresipitat ile giderilir. Anemili hastalarda eksikliğin tam kanla giderilmek istenmesi durumunda büyük miktarlara varan transfüzyon gereksinimleri genellikle eritrosit süspansiyonu ile giderilir.