Ana babadan çocuğa kalıtım yoluyla geçen hastalıklara verilen genel ad. Kalıtsal hastalıkların nedenini anlamak için, herşeyden önce çocuktaki anormalliğin gebelik sırasındaki olaylarla hiçbir ilgisi olmadığını saptamak gerekir.
Örneğin gebelikte çocuk düşürmek için ilaç alan annelerden sakat çocuklar doğabilir. İlaçların doku gelişmesini etkilemesiyle ortaya çıkan bu sakatlıklar ya da anormallikler, kalıtsal bozukluk sayılmazlar. Bazen de, yumurta ya da spermanın gelişmesi sırasında, kalıtsal nitelikleri aktaran kimyasal maddelerdeki bir değişinim dolayısıyla çocukta apayrı bir özellik belirir. Ana ve babada olmayan ve yalnız çocukta meydana gelen bu tür özellikler, daha sonraki kuşaklara da geçebilir.
Kalıtsal olduğu tanıtlanan bir hastalığın çoğu zaman tedavi edilemeyeceği sanılır. Gerçekten böyle hastalıkların tedavisi için fazla birşey yapılamaz. Şeker hastalığı gibi doğuştan var olan bazı hastalıklar ensülinle tedavi edilebilir. Ancak bu gibi durumlarda kalıtım yoluyla geçen hastalığın kendisi değil, bu hastalığa yatkınlıktır. Bu nedenle şeker hastalığını kalıtsal saymak doğru değildir. Aynı şekilde, ana babadan çocuğa geçen «uzun boyluluk» değil, ama bu özelliğe yatkınlıktır.. Bu eğilimin ne kadar gelişeceği çocuğun yaşama ve beslenme biçimine bağlıdır. Bazı kişilerde verem ve kanser gibi hastalıkların gelişiminde kalıtsal yatkınlık vardır; ancak hastalığın ortaya çıkması için örneğin bakteri gibi bir dış etken gereklidir.
Bu bakımdan kalıtım insanda bir yatkınlık olarak tanımlanabilir. Kalıtımı nükleik asit (DNA ya da RNA) demlen ve gen adlı birimlerde toplanmış olan bir madde gerçekleştirir. Genler, organizmanın gelişmesini düzenleyen bilgiyi taşırlar. Bunların uygulanmaları çevreye ya da dış etkenlere bağlıdır.
Son 60 yıl içinde insanların birçok kalıtsal bozukluğun kurbanı oldukları iyice anlaşılmıştır. Her insanın cinsiyet hücresinde 5-10 tane çok zararlı gen bulunduğu ve bu genlerin daha sonraki kuşaklara geçtiği sanılmaktadır. Kalıtsal bozuklukların en zararlılarını doğa kendi başına önler; gerçekten de her yüz otuz gebelikten biri, daha anne gebe olduğunun farkına varmadan sona erer. Ayrıca ölü doğan bebeklerin yüzde beşinde de kalıtsal bozukluklar bulunduğu hesaplanmaktadır.
İngiliz hekimi Garrod, 1908’de yayımladığı «Doğuştan Metabolizma Bozuklukları» adlı kitabında, bazı hastalıkların kalıtsal olduğunu ve bu hastalıklara bir enzim yetersizliğinin yol açtığını öne sürdü. Vücutta meydana gelen bütün biyokimyasal tepkimeler enzimlerin denetimi altında gerçekleşir. Bütün bireşimler ve çözülmeler belli bir sıra izlerler: Yani bir madde doğrudan doğruya son ürüne dönüşmez, daha önce çeşitli bileşik dizilerinden geçer. İstenilen son ürünü oluşturmak için, bu dizilerdeki bileşiklerin her birine yeni maddeler eklenir ya da çıkarılır.
Genlerin nasıl değişmeye uğradığı her zaman kesinlikle anlaşılamaz; çünkü aynı sonuca çeşitli değişiklikler yol açabilir. Gen değişmesi, enzimin kataliz edici niteliğini ve birtakım yapısal özelliklerini yitirmesine ya da enzim bireşiminin aksamasına sebep olabilir. Bu durumları birbirinden ayırmak çok zordur.
Doğuştan var olan bozuklukların en yaygını her 15,000 bebekten birinde görülen fenilketonüridir. En yaygın bozukluk olmakla birlikte yine de az rastlanan bir rahatsızlık sayılır. Çünkü örneğin mongolizme her 600 bebekte bir rastlanır. Fenilketonüri ilk olarak bir Norveç hastanesinde dikkati çekmiştir. Geri zekalı hastaların sidiğinde aşırı miktarda «fenilpirüvik asit» bulunduğu, buna karşılık bu hastalarda «fenilalanin hidroksilaz» denen enzimin eksik olduğu saptanmiştır. Bu enzimin görevi fenilanini, vücudun yararlandığı bir aminoasit olan tirozine dönüştürmektir. Bu nedenle eksikliği, dokularda fenilalanin birikmesine ve bunun bir kısmının fenilpirüvik aside dönüşmesine yol açar. Bu asit beyne ulaşırsa, merkezsel sinir sistemine zarar verir. Yapılan incelemeler, fenilketonüriye bir kusurlu genin ye* açtığını göstermiştir.
Enzim yetersizliği sonucu meydana gelen bir başka anormallik de akşınlıktır. Akşınlığın özellikleri beyaz deri, beyaz saçlar ve pembe gözlerdir. Bu hastalarda tirozini melanin (dokulara renk veren madde) e dönüştüren enzim eksik olduğundan, vücutta renk maddesi bulunmaz. Alkaptonüri, akşınlık ve fenilketonüri benzer biyokimyasal aksaklıkların sonucu oldukları halde sonuçta ortaya çıkan hastalıklar bütünüyle farklıdır.
Zeka geriliğine yol açtığı sanılan 28 kadar kalıtsal hastalık bilinmektedir. Bunların dokuzunda yetersiz olan enzim saptanmıştır. Yine kusurlu bir genin yol açtığı bir işeme sistemi hastalığında; hastanın sidiği pekmez gibi kokar. Ayrıca bazı aminoasitlerin çözülmesi sırasında ortaya çıkan aksaklıklar zeka geriliğine ve fiziksel kusurlara yol açar.
Aminoasitlerle ilgili bir başka hastalık da sistinüridir. Bu hastalıkta böbreklerde aminoasitlerden oluşan bazı taş (sistin) lar toplanmaya başlar. Sistinürili hastaların sidiğinde çok miktarda sistin vardır. Yapılan incelemeler hastalığa kusurlu bir genin sebep olduğunu göstermiştir. Böbrek borularının hücrelerindeki bir gen, proteinin birleştirilmesinde rol oynamakta ve bu protein borucuklardan geçen sidikten şistini emmektedir.
İyi bilmen bir başka kalıtsal bozukluk da galaktosemidir. İlk kez bebeklerde ortaya çıkan bu hastalıkta hastalar, kusurlu bir gen nedeniyle, karbonhidrat galaktozu sindiremezler. Karbonhidrat Oaiaktoz süt şekerinin bileşenlerinden biridir. Galaktosemili çocuklar sütle beslenirlerse gelişemezler. Bu çocuklarda sonradan karaciğer genişlemesi, katarakt gibi önemli rahatsızlıklar belirir ve ussal ve bedensel gelişmeleri gecikir. Burada eksik olan enzim, galaktozu glikoza dönüştüren enzimdir.
Enzim yetersizliğine bağlı bir başka grup kalıtsal hastalık da, bir bileşiğin çözülmesinin yapılamadığı hastalıklardır. Bu tip rahatsızlıklarda vücut, yağları eritmez ve yağlar birikir. Gaucher ve NiemannPick hastalıklarında bu tür aksaklıklar görülür.
Gaucher hastalığının bir türünde, dalak ve karaciğer şişer ve uzun kemiklerde kırılmalar olur. Bir başka şeklinde de merkezsel sinir sistemi zedelenir ve bu durumdaki hastalar genellikle bir iki yıldan fazla yaşayamazlar. Her iki şekilde de bir gen enzimi .çeşitli şekillerde etkiler.
Ölümle sonuçlanan bir başka metabolizma bozukluğu da «glikojen birikimi»dir. Bu rahatsızlıkta uzun süren ya da yorucu olan vücut hareketlerinden sonra kaslarda zayıflama ya da katılaşma olur. Kas dokularında bulunan bir enzimin yetersizliği sonucu kaslarda biriken glikojen, glikozu açığa çıkarmaz ve bu yüzden hasta hareket edecek enerjiyi bulamaz. Glikojen birikiminin bir başka şeklinde da kalp büyür. Bu durumdaki hastalar doğdukları zaman normal görünürler, ancak anormallikler büyük bir hızla gelişir ve hastalar bir yıl sonra ölürler. Bu duruma, bazı hücrelerin lizozom adlı genlerinde bulunması gereken bir enzimin eksikliği yol açmakta, ancak bu eksikliğin neden özellikle kalp kaslarına zarar verdiği bilinmemektedir.
Kalıtsal hastalıklar bazı durumlarda tedavi edilebilirler, örneğin galaktosemi ve fenilketonüride enzim eksikliğinin önüne geçilebilir. Fenilketonüri hastalığında, yeni doğan bebeklerin kanındaki yüksek fenilalanin miktarını ölçen testler uygulanabilir. Hastalık bebek sidiğine demir klorür katıldığı zaman sidiğin renk değiştirip değiştirmediğine bakılarak saptanır. Guthrie testinde ise, içinde fenilalanin bulunmayan bakteri kültürlerine bebek kanı katılır. Eğer bakteriler gelişirlerse kandaki fenilalanin miktarının yüksek olduğu ortaya çıkar; çünkü bakteriler ancak çok miktarda fenilalaninle beslendikleri zaman gelişirler.
Peynir, ekmek, yumurta, balık ve süt gibi gıda maddeleri kandaki fenilalanin miktarını fazlalaştırır. Bu durumda, bebeklere bunların yerine sebze, meyve ve fenilalaninin az miktarda bulunduğu özel protein karışımı yiyecekler verilmelidir. Bu tedaviye erken yaşta başlanırsa başarı elde edilir ve çocuğun zekası normal düzeye ulaşır.
Kalıtsal hastalıkları tedavi konusunda ortaya atılan en ilginç görüş, genlere doğrudan doğruya eklemeler ya da çıkarmalar yaparak hastanın genetik yapısını değiştirmektir. Örneğin, bir fenilketonürili hastanın genleri değiştirildikten sonra, bu hasta gerekli enzimi bireştirebilir. Bununla birlikte, bozuk gen yine de bir sonraki kuşağa geçer. Bu yüzden hastanın cinsiyet hücrelerinin de düzeltilmesi gerekir. Gelecekte, kalıtsal hastalıkların tedavi olanaklarının artacağına ve bu gibi kimselerin normal çocuklara sahip olmalarının sağlanacağına inanılmaktadır. Bu arada genler kalıtsal hastalığın daha sonraki kuşaklara geçmesini önleyebilecek bir biçimde değiştirilebileceklerdir.