Ancak hamilelik bir hastalık değildir ve beden de hiçbir hastalığı yoktan var etmez. Artan kanlanma ve metabolizma hızı altta var olan, kronik seyreden kimi hastalıkların aktive olmasına, akut hale geçmesine neden olabilir. Bu durum vücudun bütün dokularına olduğu gibi ağız içi dokulara da uyarlanabilir. Yani ağızda eğer bir diş çürüğü ya da kronik bir dişeti hastalığı mevcut değil ise gebeliğin oral dokularda bir patoloji yaratması söz konusu değildir. Yani her hamileliğin bir dişe mal olduğu yanlış inancının bilimsel bir temeli yoktur.
Halk arasında yaygın olarak düşünüldüğü gibi diş çürükleri hamilelik sebebiyle artmamaktadır. Hamilelikte artan enerji ihtiyacını karşılamak için beslenme tarzının değişmesi, karbonhidratlı gıdaların fazlaca alınması, öğün aralarında atıştırmak gibi diyet değişiklikleri ve bunun yanında oral hijyene dikkat edilmemesi, çürük indisansının artışının nedenlerinden olabilir. Plasenta tarafından üretilen östrogen, progesteron, insülinaz gibi enzimler oral dokuları etkiler. Buna bağlı olarak gebelik gingivitesi ve epilus gravidarum gibi gebelik tümörleri görülebilir. Bunlar diş etlerinde kanama, ödem, hipertrofi ile belirti verirler. Ancak bunlar altta yatan kronik gingivitis ya da periodontitis gibi bir etyolojinin varlığında sıklıkla görülürler. Doğumdan 1-2 ay sonra geriler ve kaybolurlar, kaybolmadıkları taktirde cerrahi olarak çıkartılırlar.
Genel olarak 4-8. haftalarda başlayan 16. haftaya kadar sürebilen bulantı ve kusmaların ağız sağlığını olumsuz etkilediği, dişerin mine tabakasında erozyonlara neden olabildiği bilinmektedir. Tükürük pH’sının aside kayması da diş çürüklerine eğilimi arttırır gözükmektedir. Ancak mine dokusu kalsifikasyon-dekalsifikasyon döngüsü içinde var olan aktif bir dokudur. Kusmaların ve asidik tükürüğün yarattığı kalsiyum kaybı bilinçli diyet ve iyi ağız bakımı ile kalsifikasyona dönüştürülebilir.
Hamilelik boyunca kalsiyum konsantrasyonu düşer. Ancak iyonize kalsiyum gebelik boyunca aynı kalır. Hamile kadında iskelette kalsiyum kaybı olmaz. Bebeğin iskelet yapısının oluşumu için annenin dişlerinden kalsiyumu çektiği inanışı da tümüyle gerçek dışıdır.
Gebe kalmayı düşünen ya da gebeliğinin başında olan bir insanın diş hekimi muayenesinden geçmesi çok önemlidir. Ağız hijyeni uygulamaları, dental plağın etkin bir şekilde kaldırılması, ara-yüz temizliği, anti- karyojenik diyet öğrenilmelidir. Ayrıca gebe hastanın ağız diş sağlığı değerlendirilmesi yapılır ve onun fark etmediği bir başlangıç gingivirsi ya da bir ara- yüz çürüğü var ise tedavi edilir. Çünkü bu tip kronik sorunların gebeliğin ilerleyen günlerinde akut hale gelebileceği çok daha ciddi sorunların hazırlayıcısı olabileyecekleri unutulmamalıdır. Basit bir diş çürüğü gebeliğin aktif metabolizması sayesinde hızla ilerleyip bir pulpa iltihabına sonra da akut bir kök absesine yol açabilir. Bu da fetusa çok zarar verebilecek enfeksiyonların kontrolü için antibiyotiklerin, ağrı kesicilerin kullanımını zorunlu hale getirecektir.
Plasenta, ilaçların, çeşitli kimyasalların pasif diffüzyonla geçişine izin veren bir yapıdır. İlaçların ve kimyasal maddelerin plasentadan fetüsa geçerek fetüste deformasyonlara neden olmalarına teratojenik etki denir. Teratojenik etkiye ilaçlardan ve kimyasallardan başka travma, enfeksiyonlar, radyasyon vb. durumlar da yol açar. Fetüsün teratojenik etkiye duyarlılığı bu etkiye maruz kaldığı döneme göre değişir.
1- Preembriyonik dönem:
2- Embriyonik dönem:
3- Fetal dönem:
Fetüsün ilaçların, kimyasal etkenlerin, enfeksiyoların teratojenik etkilerine en fazla duyarlı olduğu dönemi ilk üç aylık dönemidir. Bu dönemde ilaç kullanımını gerekmemesi, bir enfeksiyonun gelişmemesi için rutin kontroller çok önemlidir. Organogenesis döneminden sonraki ikinci üç aylık dönem hamilenin en rahat hissettiği dönemdir.
Bu dönem diş tedavilerinin en rahat uygulanabildiği döneme rast gelir. İlk üç aylık dönemde radyasyon uygulamalarından mümkün olduğunca kaçınılır. Ancak ikinci üç aylık dönemde zorunlu ise kurşun önlük korunmasıyla radyografi alınabilir.
Lokal anestezik maddelerin diş tedavileri için kullanılan dozlarıyla herhangi bir teratojenik etkisi saptanmamıştır. Ancak vazokonstrüktör içermeyen bir lokal anestezik tercih edilmelidir.
Penisilin grubu antibiyotiklerin ve sefaloporinlerin her üç trimesterde kullanımı sakıncalı değildir. Streptomisin, gentamisin, kanamisin benzeri aminoglikozidler 8. kafa çifti hasarına yol açarak sağırlığa neden olabilirler. Metranidazolün hayvanlarda teratojenik ve karsinojenik etkileri saptanmıştır, gebelikte kullanımında çok dikkatli olunmalıdır. Tetrasiklinler yeni oluşan diş ve kemiklerde birikirler ve özellikle 2. trimesterde dişlerin diskolorasyonuna neden olurlar. Ayrıca hepatotoksik ve nefrotoksik etkileri nedeniyle tetrasiklinlerin 2. trimesterde dişlerin diskolorasyonuna neden olurlar. Ayrıca hepatotoksik ve nefrotoksik etkileri nedeniyle tetrasiklinlerin 2. trimesterden itibaren verilmemesi gerekir.
Nakrotik analjezikler hamileliğin son dönemlerinde bebeğin solunum depresyonuna neden olurlar. Aspirin ve non- narkotik analjezikler doğum sırası ve sonrasında kanama, anemi, fetüste hemostatik anomaliler, pulmoner hipertansiyona neden olma riskleri yüzünden hamilelikte kullanılmamaktadır. Parasetamalün herhangi bir teratojenik etkisi bildirilmemiştir. Hamilelikte kullanımı en emniyetli aneljezik parasetamoldür. Sonuç olarak iki üç ay fetüsün teratojenik etkilere en duyarlı olduğu dönem olduğu için bu dönemde çok acil diş tedavileri yapılabilir. 2. üç ay diş tedavilerinin en rahat yapıldığı dönemdir. Bu dönemde lokal anestezi altında endodontik, konservatif ve basit cerrahi tedaviler rahatlıkla uygulanabilir. 3. trimesterin sonlarına doğru fetüsün büyüklüğü, annenin fiziksel rahatsızlıkları artmıştır. Bu dönemde kardiak değişikliklerin yoğunluğu da artar. Hasta koltukta yatar pozisyonda iken fetüsün vena cava inferioria baskısı hipotansiyon ve senkopa yol açabilir. Ayrıca ağrı ve kaygı kontraksiyonları başlatabilir. Gebeliğin son günlerine yoğun diş tedavileri bırakılmamalıdır.
En ideal dental kontrol sıklığı 1. trimesterde 2, 2 ve 3. trimesterde bir kezdir. İlk kontrolde iyi bir ağız değerlendirilmesi yapılır, ağız hijyeni eğitimi verilir. 2. trimesterde tedaviler gerçekleşir. Oral hijyenin sağlanıp sağlanmadığı kontrol edilir. Üçüncü trimesterin sonlarına ciddi tedaviler ve sorunlar bırakılmaz, yine bu dönemde bir kez rutin kontrol ve oral hijyen kontrolü yapılır. Bütün anlatılanlar yaşamın her döneminde olduğu gibi hamilelikte de koruyucu hekimlik uygulamalarının önemini vurgulamaktadır. Son yıllarda periodental sağlığın prematüre ve düşük kilolu bebek doğumuna olan etkisi tartışılmaktadır. Anne adayının periodental sağlığı stabil hale getirilmelidir. Ayrıca gebenin ağız florasındaki streptekok mutansın- diş çürüğündeki en yaygın bakteridir- küçük çocukların erken dönem çürüklerinde anneden dominant geçişte var olduğu düşünülmektedir.
HEPİNİZE SAĞLIKLI YAŞAM DİLERİZ.
KAYNAK:www.female.com.tr