Futbol Ve Depresyon; Depresbol!

Yazar:   Tarih:   Kategori: Genel 

Futbol kapağı ile ilk tanışmam ilkokul birinci sınıfta Ankara Sarar İlkokulu’nda okurken oldu. Kapak diyorum çünkü ilk topumuz bir gazoz kapağı idi.  İlkokula ilk başladığım günlerde bütün sınıf Beşiktaşlı ve Fenerbahçeli diye ikiye ayrılarak teneffüslerde dar ve kısa bir alanda birbirine pas vermeden her önüne gelenin kapağa vurarak karşı tarafı tamamen kale olan duvara gol atmaya çalıştığı bir kaos ile terler dururduk.

Bu nedenle çok sık hastalandığımı ve yüzlerce penisilin iğnesi olduğumu da hatırlıyorum… Enteresan olan aramızda hiç Galatasaraylı olmaması idi. Ya da Galatasaraylılar o zaman daha azınlık olan Fenerbahçelilerle birlikteydi… Tam hatırlayamıyorum… Net hatırladığım ilkokul 3. sınıfta takriben 15 cm çapında bir plastik topa sahip olduğumuz ve birazda büyüdüğümüz için daha geniş bir alanda top oynamaya başlamamız idi.Topun alındığı ve daha hevesli oynamaya başladığımız o günlerde vurduğum sert vole ile öğretmenler odasının camını  paldır küldür aşağı indirmemle aktif futbol hayatımdaki düşüş başladı.

Öğle tatilinde, görüntüsü hala gözümün önünden gitmeyen okul müdür yardımcısının beni bir okul görevlisi ile camın parasının almak  için eve gönderdiğini ve annemin kapıyı açtığında sanki çok büyük bir suç işlemişim gibi bana baktığında nasıl utandığımı ve o zamanın parası ile cam için ödenen sekiz liranın bizim aile bütçesinde ciddi bir delik açtığını dün gibi hatırlıyorum. Yine de bu ne ilk ne de son cam kırmam idi.

Bir gün bunları da yazacağım….Konuya dönersek; bu tür bir başarısızlık beni süratle seyirci olmaya itti. İlk gittiğim maç da Ankara da oynanan Beşiktaş -Gençlerbirliği maçı idi. Beşiktaş’ın şampiyonluğu belli olmuş ve Ankara’ya tur atmaya gelmişti. Başlangıçta attığı iki gol ile 2-0 öne geçmişti ama sonra gelen gollerle maç 2-2 berabere bitmişti. O gün iki şeye çok üzülmüştüm maçın berabere bitmesine ve Gençlerbirliğinin ikinci golünden sonra koyu bir Beşiktaşlı olan babamın Gençlerbirliği’nin beraberlik golünden sonra sevinmesine. Meğerse toto oynamış ve o maça da beraberlik vermiş. Babamın sevinmesine rağmen maçın 2-0 dan 2-2 ye gelmesi ve berabere bitmesi beni çok üzmüştü.

İlkokul 4 ile birlikte İstanbul’a taşındık. Çocukluğumun en güzel anılarının geçtiği Sarıyer ve Rumelikavağı’nda insanlar iki şeyi çok güzel beceriyorlardı: Balık tutmak ve futbol oynamak. Bende bu süreçte birazda kalecilikte kendimi denedim ama sonuç tam bir fiyasko idi. Hayatları boyunca hiç gol atamamış benim gibi yeteneksiz arkadaşlarımın ilk gol attıkları kaleci olarak tarihteki ve onların anılarındaki yerimi aldım. Rumelikavağı; Cemil Turan, rahmetli Bora Öztürk, Yasin Sülün gibi bilinen ve onlarca bilinmeyen birinci ve ikinci lig futbolcusunun yetiştiği bir tarla idi.

Dediğim gibi bense ne futbol oynamayı becerebildim ne de balık tutmayı. Balık tutma konusunda oldukça becerikli bir kadınla evlenerek bu açığımı giderdim. Rahmetli kayınpederim o kadar çok balık yiyen bir adamdı ki eşim tedbir olarak bir şekilde balık tutmayı öğrenmişti.

Hazırlık birinci sınıftan lise sona kadar 1968-1976 yılları arasında futbol ile ilgili yeni alana kaydım. Artık oynayan değil, seyredendim. Bu yıllar arasında gittikçe artan bir yoğunlukla Beşiktaş İnönü, o zaman bir dönemki  adı ile Mithatpaşa stadının yeni açık üst tribününde yerimi aldım ailemin ekonomik durumunun düzeldiği son yıllarda ve harçlığımı başka şekilde harcayacak bir durum olmadığı haftalarda da kapalı tribündeki yerimi aldım…..Ciddi bir sorun vardı. Takımım…  O kadar yakından takip ettiğim süreç; takımım Beşiktaş’ın küme düşme tehlikesi de dahil her türlü badireyi atlattığı, son dakikada Bursaspordan, küçük İsmailden gol yiyerek kupa yarı finalinden elendiği, Avrupa kupalarında Steagul Roşul’dan son üç dakikada üç gol yiyerek elendiği, tek bir kez bile şampiyon olamadığı yıllardı.

Yine o yıllarda okuduğum Saint Benoit Lisesinde çok ciddi bir sorunum vardı. Ankara Sarar İlkokulundaki kalabalıktan azınlığa düşmüştük. Lise 2 ve 3 de kırkküsür kişilik sınfta üç Beşiktaşlı vardı: Turşu Engin, Pire Feyyaz ve ben…daha da kötüsü diğer arkadaşlarımda kendi takımlarının fanatikleriydi. Örneğin şu anki FB TV müdürü İhsan Topaloğlu gibi….Hüsranlı maç skorlarından sonra her pazartesi sınıfa nasıl girdiğimizi düşünün… Geriye dönünce tespit ettiğim ilk ciddi depresyonu o yıllarda yaşadığım…. Seyirci depresyonu….

Üniversite yıllarımın Erzurum da geçmesi, takımımı çok nadir stadda seyretmeme ve hani derler ya göz görmeyince gönül katlanırmış… benimde  rahatlamama neden oldu ve seyirci depresyonundan çıktım.

Üniversite, mecburi hizmet, ihtisas, askerlik derken yaklaşık ondört yıl sonra İstanbul’a ve benim için İstanbul olan Rumelikavağı’na 90-100 km yaklaştım. Ancak yeni bir tehlike beni bekliyordu. İzmit Sigorta Hastanesinde çalışıyordum ve Rumelikavaklı dostlarımın baskısıyla başka bir statüye geçtim. Spor klübü yöneticiliği. Amatör bir spor klübünde yöneticilik yapanlar bunun ne demek olduğunu bilirler. Bilmeyenler bilenlere sorsun… Hele sizin yöneticilik yaptığınız klüp muhit klubü ise ve orda herkes her şeyden anlıyorsa. Yine de şanslıydım diğer yönetici arkadaşlarım Rumelikavağında ikamet ediyordu. Ben ise toplantıdan toplantıya gidiyordum !!! Zavallı arkadaşlarım bir tenkit bataklığı içinde yaşıyorlardı. Bir yıllık yöneticilik süresi sonunda takiben yönetimden düşürüldük. Şanlı geçmişi olan Rumelikavağı Spor Klübü üyelerinin başarısız bir yönetime daha fazla tahammülü yoktu.

Taraftar depresyonundan sonra bir depresyon daha öğrenmiştim. Yöneticilik depresyonu… Ben uzaktan kumanda yöneticilik kurnazlığım nedeniyle daha hafif atlattım. O yıllarda benle birlikte yöneticilik yapan bir iki arkadaşım ise hala depresyonda….

1995 yılında öğretim üyesi olarak Elazığ’a gittim. Akademik ortam daha sakin ve daha uzun düşünmemi sağladı. Birkaç yıl sonra bir gün Elazığspor Klübüne psikiyatrik yardım verirken buldum kendimi. Futbolculara bir ekip olmayı, kart görmemeyi, birbirlerine ve hakeme el kol hareketleri yapmamayı öğrettiğim süreç futbol yaşantım içinde en başarılı olduğum süreçti, Ama yine bir depresyon süreci beni bekliyordu. Takımın birinci lige çıkacağı belli olduktan sonra bir kuru teşekkür bile alamadım. Üzülmüştüm….Bu da bir takımın psikiyatristi olarak yaşadığım ilk depresyondu.

Uzaktan takip etmeye başladım futbolu… Uzaktan derken televizyonlardan. Malum, bütün kanallarda spor programı adı altında futbol programları başlamıştı. Eski futbolcular, eski hakemler, eski yöneticiler, bütün eskiler ekranlardaydı. Kakafonik, öfkeli, suçlayıcı ve en önemlisi depresif yorumlar gırla gidiyordu. Normalde insanların rahatlamak, mutlu olmak, ruhsal rahatsızlıklardan uzak durmak için yaptığı spor yani futbol başarısız olan takımların malzemecisinden seyircisine kadar herkesi depresyona sokuyordu…Ve üstelik bütün takımlar başarısızdı.

Çünkü şampiyon olan takım dahi sadece şampiyonluğu belli olduktan sonra başarılı kabul ediliyordu. Televizyon programlarındaki azarlamalar, öfkeler, eleştiriler had safhadaydı…Aman Tanrım !!! Takımım Beşiktaş’ın taraftarları paylaşılmış depresyona girmişlerdi ‘’ Ölmeden mezara koymayın bizi…’’ tezahüratları ise nerdeyse İnönü Stadındaki bütün seyircileri el ele tutuşturarak ŞOK tedavisi yapma duygusu oluşturuyordu bende…

Sonunda gerçeği buldum. Malzemecisinden taraftarına, futbolcusundan yöneticisine kadar  büyük bir rekabet ortamında, beklentilerin de büyük olması herkesin üzerlerindeki baskıyı arttırıyor ve bir süre sonra stres baş edilemez olunca kendilerini bir arada tutamaz hale geliyor, depresyona giriyorlardı. Yani futbolla depresyon iç içeydi… Ayrılmaz bir ikili futbol ve depresyon, tıpkı tahin pekmez gibi. Ben de bu süreci yeniden adlandırdım: DEPRESBOL. Hepinize yine de depresbol’u bol günler dilerim. Farkındayım biraz kısa kestim ama biraz sonra Beşiktaş Trabzonspor maçına yetişmem gerek…

Prof.Dr.Ahmet Ertan Tezcan

2009

”Başka” dergisinden alınmıştır.

Kaynak: Hastane.com.tr

Futbol Ve Depresyon; Depresbol! adlı konuya yorum yapmak ister misin? Etiketler

*

*

Yorum yapmak ister misin?

Acilservis.pro - Hakaret, imla kurallarına uymayan ve konu ile alakasız yorumlar kesinlikle onaylanmayacaktır.