Bilindiği gibi, yeryüzünde düşünen ve bu düşünce doğrultusunda birtakım davranışlar ortaya koyan tek varlık insandır. Düşünce, insanoğlunun en kompleks ve de yüksek kortikal bir fonksiyonudur. Düşünmek kelimelerle mümkündür. Kelimeleri oluşturan ise yaşanan ortamdaki nesneler, ilişkiler ve topyekün hayatin kendisidir, diyebiliriz.
İnsanoğlunun kompleksliği, onun hem biyolojik hem psikolojik hem de sosyal yapısından kaynaklanmaktadır. İnsanin şahsiyet kazanmasında her üç unsur da büyük rol oynar ve karşılıklı etkileşimleri söz konusudur.
Diğer canlı varlıklardan farklı olarak insan, hayata gözlerini açtığı andan itibaren çevresine muhtaçtır, bağımlıdır ve öğrenme, eğitilme, kendini geliştirme mecburiyetiyle karşı karşıyadır. Oysaki birçok canlı varlığın kendi soyunun özelliklerini ve davranış kalıplarını doğduktan hemen sonra veya kısa bir süre sonra sürdürdüğünü görüyoruz.
Dünya sarayındaki çeşitli varlıkların farklılıkları, belli konularda istihdam edilmelerinin sonucudur. İnsan yavrusunun sürekli olarak yeni şeyler öğrenme ve bir adim daha öteye ulaşma tabiatı, onu her yönüyle geliştirmekte ve ileriye götürmektedir. Pek tabidir ki, kâinatın geçerli olan kanunlarına uymak ve ona göre kendini tasarımlamak, bu ilerlemeye sürat kazandıracaktır.
Gelişmeye ve olgunlaşmaya müsait yapı nasıl kazanılacak ve nasıl provoke edilecektir?
Bilindiği gibi, insan karakteri nesilden nesile geçmekle beraber bunun daha modifiye edilmesi ve nötürlenmesi veya negatif yönde gelişmesi biyo-psikososyal yapısından dolayı her zaman ve her yaşta mümkündür. “7’sinde neyse 70′inde de odur.” atasözünde dile getirildiği gibi, ilk 6–7 yaşta ana hatlarıyla karakterimiz teşekkül eder. işte bu yüzdendir ki, Peygamberimiz (a.s.m.) bu döneme büyük önem vermiş, terbiyenin bu dönemde çok dikkatli ve nazik bir şekilde, şuurluca verilmesini önermiştir ve kendisi de buna örnek olmuştur.
Çocuğa verilmesi gerekenler, yerine göre ödül yerine göre de kabul edilebilir birtakım cezadan ibaret olmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, belli şartlar ileri sürüp: “Şunu yaparsan sana bunu alırım.” veya “Şu hareketi yaparsan sana gösteririm!” türünden mekanik ve itici tavırların sergilenmemesidir. Çocuk psikolojisinin, duygu dünyasının her ana baba tarafından çok iyi bilinmesi ve tatbik edilmesi, her yönüyle bilgili, şuurlu nesillerin meydana gelmesini sağlayacaktır.
Yapılan birçok hayvan deneyi, ödül veya cezaya sebep olmayan duygusal algıların çok güç hatırlandığını göstermiştir. Çağdaş, teknolojik cihazlarla yapılan kayıtlar da yeni ve özelliği olan duygusal uyarıların beyin kabuğunu sürekli etkilediğini göstermektedir. Uyaranın ödül veya ceza yönü yoksa algılama sönük geçmekte ve beyin kabuğu alışkanlık göstermekte, uyaranı önemsememektedir; tersi durumda, uyaran ödüle ve cezaya sebep oluyorsa, beyin kabuğunun cevabi ve uyaranı algılaması gittikçe kuvvetlenmekte ve kaydedilmektedir, yani hafızaya “mermere kazınır gibi” yazılmaktadır.
Bunun pratik hayatta da sayısız örnekleri vardır; hatırlamaya çalışalım:
İstemediğimiz bir sonuçla karşılaştığımızda, hele hele bu sonuç bizim hatamızın bir ürünüyse, bir daha o sonucu doğuracak davranışta bulunur muyuz? “Bir musibet bin nasihat tan yeğdir.” atasözü bu durumu ne kadar güzel açıklamaktadır.
Sonuç olarak; insan davranışlarının ve şahsiyetinin tohumlarının çocuklukta atılması, bizim bu döneme daha fazla eğilmemizi gerektirmektedir. Çocuğa: “Yapma etme, ayıptır günahtır.” gibi beylik laflar yerine ana baba ve top yekün toplum olarak özümüz ve sözümüzle örnek olmalıyız. Güzel davranışları desteklemek ve ödüllendirmek teşvik unsuru olacaktır; yoksa sigara içen büyüklerin küçüklere: “Biz içiyoruz, ama sigara kötü bir şey; sakin siz içmeyin!” demeleri gibi faydasız nasihatlerin hiç tesiri olmaz.
Ödül ve ceza sadece çocuklukta değil, hayatin her safhasında insani etkileyen unsurlardır, her yaştaki insanin kendisini değiştirmesinde motive edici faktörlerdir.
İnsan, kendi kendini de zaman zaman motive etmek için ödüllendirmeli. Bir başarısını, iyiliğini kendi kendine bir şey alarak, bir yere giderek ödüllendirebilir…