Şiddet ortamında büyüyen çocuklar, potansiyel bir tacizci olma riski ile iç içe bulunuyor.
Psikolojik ve duygusal şiddet çocuğun ruh dünyasını fiziksel şiddet kadar tahrip eder.
Şiddet ortamında büyüyen çocuklar, potansiyel bir tacizci olma riski ile iç içe bulunuyor. Çocuğun ruh dünyası ne kadar ezilirse, yaşadığı ezikliği gidermek için kendinden küçüklere karşı güç gösterisinde bulunma ihtimali o kadar yüksek olur. Anne-babalar çocuklarının muhtemel bir tacizci olmaması için hassasiyet göstermelidir.
Anne-babalar çocuklarını tacizden korumaya çalışırken maalesef kendi çocuklarının da bir tacizci olabilme ihtimalini göz ardı etmekteler. Bir anne-baba için çocuğunun bir başka çocuğu taciz etmesi, kendi çocuğunun tacize uğraması kadar ağır ve ızdırap vericidir. Tacize uğramak ya da tacizci bir çocuğa anne-babalık yapmak öylesi zor bir durum olduğu halde anne-babalar genellikle çocuklarının tacize uğramaması için her türlü tedbiri alırken, kendi çocuklarının başka bir çocuğu taciz edebileceği ihtimalini çok uzak görmekteler. Hâlbuki tacize uğrayan çocuk sayısınca tacizci çocuklar da günümüz toplumunda yetişiyor. Tacize uğrayan çocukların anne-babasının çektiği ızdırap kadar da, tacizci çocuğun anne-babası utanç içinde perişan oluyor.
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki; şiddet ortamında büyüyen çocuklar, potansiyel bir tacizci olma riski ile iç içe bulunuyor. Çocuğun ruh dünyası ne kadar ezilirse, böylesi bir çocuğun yaşadığı ezikliği gidermek için kendinden küçüklere karşı güç gösterilerinde bulunma ihtimali o kadar yüksek olur. Bu güç gösteriminin çoğu defa küçük çocukları taciz etmekle de sonuçlandığı bilinmektedir. Üstelik, küçüklerin illaki dışarıdan olmasına da gerek yoktur. Çocuklarda ahlak eğitiminin tam da tamamlanmadığı ergenlik öncesinin her döneminde, çocuklar gerek aile içinde kendi kardeşlerine yönelik olarak veya en yakın çevresine karşı potansiyel bir tehlike olabilmektedir. Bu yönü itibarı ile bakıldığında, yetişkinlere yönelik tacizlerde birincil tetikleyici unsur “cinsel haz dürtüsü” olduğu halde, çocuklara yönelik tacizlerde birincil tetikleyici dürtü “eziklik psikolojisi”dir. Yani bir çocuk ne kadar çok ezilir, şiddete maruz bırakılırsa, onun kendinden küçüklere yönelik olarak potansiyel bir çocuk tacizcisi olma ihtimali o oranda yükselir. Eğer ki baskı, şiddet arttığı halde, bir de mahremiyet ve karakter eğitimi çocuğa tam verilemiyor veya çocuk bu eğitimi içselleştiremiyorsa, böylesi bir çocuğun taşıdığı risk oldukça yükselir.
Burada şiddet ortamından kasıt sadece dayakla biten fiziksel şiddet değil, psikolojik ve duygusal şiddet de çocuğun ruh dünyasını aynı fiziksel şiddet kadar tahrip eder. Örneğin, aile içinde değer görmeyen, devamlı azarlanan, küçük düşürülen, duygu dünyası hiçe sayılarak günlerini geçiren bir çocuk ile anne-babasından devamlı dayak yiyerek büyüyen bir çocuğun taşıdığı risk benzer orandadır.
Bununla birlikte ergenlik döneminin duygu bozukluğunu yaşayan gençlerin özellikle internet ve televizyondan aldıkları yoğun cinsel içerikli mesajlar ile çocuklara yönelik taciz riski yine aynı oranda artmaktadır. Gerek yazılı ve gerekse görsel medya vasıtası ile yoğun bir şekilde cinsel içerikli mesajların arasında kalan ergen gençler, hormonal baskının da zorlaması ile potansiyel bir risk alanı daha oluşturmaktadır.
Anne-babaların kâbusa uyanmaması için:
Anne-babalar çocuklarını tacizden koruduğu gibi, muhtemel bir tacizci olmaması konusunda da oldukça hassasiyet göstermelidir. ‘Benim çocuğum böyle şey yapmaz’ dememeli, her bir tacizcinin annesinin düştüğü yanılgıya düşmemelidir.
Çocuk terbiyesinde yaygın bir hata olan, çocuklara şiddetle, baskı ve zorlama ile ahlak eğitimi vermeye çalışmanın sonu hüsranla biten bir yöntem olduğu bilinmelidir. Anne-babalar sadece çocuklarının tacize uğrama ihtimaline karşı mahremiyet ve ahlak eğitimi vermeyi hedeflememeli, aynı zamanda çocuklarının bir başka çocuğu da taciz edebileceği ihtimalinin de olduğunu düşünerek hareket etmelidir.
Anne-babalar, çocuklarını diğer çocuklardan korumak için onların üzerine kışkırtmamalı “sana vurana sen de vur” diyerek şiddet kısırdöngüsü oluşturacak tavsiyelerde bulunmamalı. Çocuklarının güç ve kuvvetine vurgu yapmak yerine, vicdan duygusuna vurgu yapmalıdır. Anne-babalar özellikle ergen çocuklarına çok fazla güvenmemeli. “Ben çocuğuma güvenirim” yanılgısına kapılmamalı, ergen çocuğun duygu dünyasının tam yerleşik olmadığını bilerek onu olduğu gibi görebilmelidir. Ergenlerin medya ile ilişkisinde sınırsız bir özgürlük sunulmamalı, onların iradesini tam kullanma konusunda yeterli olmadığı bilinmelidir.
Kaynak:Zaman / Adem Güneş – Uzman Pedagog
Alıntı:Leyditurk.com