“Doktor tanrı” ve “doktorluk tanrısı” olan Asklepios’un adına kurulan sağlık tapınakları olan “asklepionlar” Antik Batı Anadolu tıbbının en önemli yapılarıdır. Anadolu’nun batısında, Ege adalarında ve Yunanistan’da 200′den çok asklepion bulunduğu tahmin ediliyor. Bunların bugün bilinen en ünlüleri Bergama, Epidauros ve İstanköy’deki (Kos) asklepionlardır. Batı Anadolu’daki bu asklepionlar sayesinde Antik tıp uygulamaları Kos ve Knidos (Datça) ekolü olmak üzere incelenebilir.
Son yıllarda yapılan kazılarla, Bergama’daki asklepionun dışında, Anadolu’da ve Trakya’da antik çağdan kalan yeni sağlık merkezleri de olduğu ortaya çıkarıldı. Bunlardan en önemlileri Bergama’nın 18 km kuzeydoğusunda bulunan, daha çok kaplıca olarak kullanılan Allianoi ve antik adı Heraion Teichos olan Tekirdağ’a 15 km uzaklıkta Karaevlialtı’nda bulunan sağlık merkezleridir. Bunların dışında, henüz asklepion olduğu kanıtlanmamış ancak elde edilen buluntular sonunda buralarda birer sağlık merkezinin olduğunu gösteren yerleşimler de var. Bunlar Eskişehir’in Alpu bucağına bağlı Karahöyük köyü, Knidos, Ephesos ve Adana’nın Yumurtalık ilçesidir.
Troya bölgesinde yaşamış ünlü bir mimar olan Vitruvius da antik adı Tralles olan Aydın ilinde birer Asklepios tapınağı olduğundan söz eder. MÖ 90-20 yıllarında yaşamış Vitruvius, “Mimarlık Üzerine On Kitap” adlı ünlü eserinde asklepionların temiz yörelerde ve kaynak sularının yakınlarında yapılması gerektiğini yazarak gerekçelerini şöyle açıklamıştır: “Özellikle çok sayıda hastayı şifalı güçleriyle iyileştirdiği varsayılan Asklepios ve sağlık tanrılarına küçük tapınaklar yapılabilir ve bu tapınaklar uygun kaynak suları bulunan sağlıklı yöreler arasından seçilirse, uygunluk doğal nedenlere dayanacaktır. Çünkü sağlıksız bir çevreden gelen hastalıklı bedenler, sağlıklı bir yerin şifa veren memba sularıyla yıkandığında hastalıklarından daha çabuk arınacaktır. Sonuçta tümüyle yörenin özellikleri nedeniyle tanrının saygınlığı artacak ve daha itibarlı bir konuma ulaşacaktır.”
Asklepionlar önceleri kentlerin dışında, akarsu kenarında ve su kaynağı bulunan, temiz havası olan yerlere kurulmuş olup günümüzdeki sanatoryumların görünümündedir. Daha sonra şekil ve boyut bakımından değişmişlerdir. Önceleri yalnızca çeşme, kaynak, tapınak ve sunak bulunan asklepionların içine daha sonra kütüphane ve anıtsal sağlık yapıları eklenmeye başlanmıştır. Bununla birlikte değişik tedavi yöntemleri de geliştirilmiş, zamanla da cilt ve romatizmal hastalıkların tedavisi için psikoterapinin yanı sıra hidroterapiye de ilgi gösterilmeye başlanmıştır.
Antik Anadolu tıbbının, tıp tarihi açısından en önemli doktorları, kuşku-suz Hipokrates ve Galen’di. Doktor babasının yetiştirdiği Hipokrates (MÖ 460-377), Anadolu’nun kuzey illerinde doktorluk yaptıktan sonra, İstanköy adasına dönerek doktorluğunu sür-dürmüştür. Eski İyonya’da bilimsel gelişme ve felsefeyle de bağı olan doktorluk, Hipokrates’le en üst noktaya ulaşmıştır. Platon, “Phaidros” adlı yapıtında Hipokrates’e değinerek onun tıbba felsefi bir yaklaşım getirmiş bir Asklepiades olduğunu ve insan bedenini bir bütün olarak ele aldığını anlatır. Aristoteles’in öğrencilerinden Menon da yazdığı tıp tarihinde Hipokrates’in hastalıklarının nedeni konusundaki görüşlerine özel bir yer verir. Menon’na göre Hipokrates’in temel hastalık kuramı, yanlış beslenme sonucunda sindirilemeyen bazı artıkların buhar çıkardığı, bu buharların bedenden atılamayarak hastalıklara yol açtığı biçimindedir. Hipokrates’in yazdığı kabul edilen “Corpus Hippocraticum” adlı yapıtta, batıl inançlar ve büyülü şifa yöntemleri reddedilerek bir bilim dalı olan tıbbın temel ilkeleri öğretilir. Bazı hastalıkları Hipokrates ilk kez tanımlamıştır. “Sopalanmış parmaklar” adlı hastalığa “Hipokrat parmakları” denmesinin nedeni de budur. Tanımladığı bazı başka hastalıklar da akciğer kanseri, akciğer hastalığı ve siyanotik kalp hastalığıdır.
Hipokrates’in ortaya koyduğu nesnel nedenlere dayalı, gözleme dayanan, akılcı, uygulamaya dönük ve dinsel-büyüsel etkilerden sıyrılmış tıp anlayışı Galenle sürmüş ve ondan sonra Rönesans’a kadar değişmemiştir. Galen ünlü bir Asklepios tapınağının bulunduğu Batı Anadolu’daki Berga-ma’da dünyaya geldi. Genç yaşta önce felsefe sonra tıpla ilgilendi. İzmir’e giderek orada da tıp eğitimi aldıktan sonra İskenderiye’ye geçti ve burada anatomiyle ilgilendi. Hipokrat tıbbını öğrenmeye çalışıyordu. Buradaki çalışmalarından sonra 28 yaşındayken çok iyi bir doktor olarak Bergama’ya döndü. Buraya geldiğinde gladyatör okulunda bir doktora gereksinim vardı. Bu göreve atandı. Böylece daha da önemli bir konuma geldi. Galen’in tıbba yaptığı katkılar o kadar iyiydi ki Ortaçağ tıbbı “Galen Tıbbı” adıyla anıldı. Galen, tedavi çalışmalarının yanı sıra anatomi, fizyoloji, farmakoloji bilimleri ve de felsefeyle ilgilendi. Zamanın tıp bilimine tamamıyla hâkim olan Galen, bu bilim dalını orijinal ilkelere göre yeniden düzenledi. Ününü de özellikle yeni geliştirdiği araştırma yöntemiyle kazandı. Galen’e göre analizler, hastalıkların incelenip iyileştirilmesinin temelini oluşturur. Droglardan ilaç elde etmeye başlamış olduğundan da eczacılığın ve farmasötik teknolojinin babası olarak kabul edilir.