Aids Nedir, Aids Hakkında Bilgi, Aids Hastalığı
AİDS, 1981 yılından beri farkına varılmış bir hastalıktır.
Virüslerle bulaşan bu hastalıkta ölüm oranı yüksek olup (yaklaşık yüzde 50), bugüne kadardünyada 15 bin kadar vak’a bildirilmiştir. Bunların büyük çoğunluğu hâlen Amerika Birleşik Devletleri’ndedir.
AİDS, (Acquired Immune Deficiency Syndrome) kazanılmış immün yetersizlik sendromu şeklinde dilimize çevrilebilir. Hastalık kazanılmıştır, yani doğuştan olan veya irsî değildir. İmmün kelimesi vücudun doğal savunma gücünü ifade eder. Sendrom ise, bir hastalığı belirleyen ve birlikte bulunan bir grup özel şikâyet ve belirtilerin tümünü ifade eder. AlDS’li hastalar, normal bir organizmanın kolayca yenebileceği hastalıklara açıktırlar.
AlDS’li hastalar, immün yetersizlikleri nedeniyle, fırsatçı enfeksiyonlara kolayca tutulurlar. Bunlar genellikle soğuk algınlığı, nezle veya diğer viral bir enfeksiyon gibi görünürler. İlk belirtiler arasında halsizlik, kolay yorulma, iştahsızlık, ateş, gece terlemesi, lenf bezlerinde şişme (boyunda, koltukaltlarında ve kasıklarda), zayıflama, diyare, öksürük ve çeşitli deri lezyonları görülebilir.. Bu belirtiler aylarca bu şekilde sürebileceği gibi, tabloya eklenen enfeksiyonlar durumu ağırlaştırabilir. Hastaların hemen yarısı “pneumocystis carinii” denilen bir çeşit parazitle oluşan bir pnömoniye tutulurlar. Hastaların üçte biri kadarı “Kaposi sarkomu” denilen nadir bir deri kanserine tutuldukları gibi, fırsatçı dediğimiz ve normal kişilerde hastalık yapmayan mantarlar, bakteriler, virüsler ve parazitlerle enfekte olurlar. Kuşkusuz bu hastalarda fırsatçı olmayan gerçek patojen yani hastalık yapıcı bakteriler ve virüsler de aynı zamanda hastalıklara sebep olabilirler. Cetvel I AlDS’li bir hastanın özelliklerini özetlemektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Haitili göçmenler ayrı bir risk grubu oluşturmaktadırlar.
Aids hastalığının bir virüs tarafından oluşturulduğu 1983 yılında Paris’te Institut Pasteur’de Dr.Montagnier tarafından bildirilmiştir. Fransızlar, bu virüse LAV (lenfadenopati virüsü) adını vermişlerdir. Birkaç ay sonra Amerikalı Dr. Gallo ve arkadaşları da aynı virüsü bulmuşlar ve buna HTLV-III (human T-cell leukemia virüs III) adını vermişlerdir. Bu virüs rektal, vajinal yollarla veya kan yoluyla (bulaşmış kan verilmesi veya bulaşık şırıngalar kullanılmasıyla) vücuda girmekte; kandaki T lenfositlerinin bir kısmının (T4 lenfositleri veya yardımcı lenfositlerin) içine girerek orada çoğalmakta ve o sırada lenfositi yok etmektedir. Çoğalan virüsler yeni hücrelere girerek devamlı çoğalmakta ve T4 lenfositleri de giderek azalmaktadır. Vücutlarına virüs giren kişilerin kanında virüse karşı antikorlar bulunur. Bunlara “seropozitif kişiler” denir. Bu kişilerin büyük çoğunluğu bir hastalık belirtisi göstermez; ya da nezle, yorgunluk, kırıklık gibi kısa süreli belirtilerle hastalığı geçiştirirler. Virüslü kişilerin yüzde 10 kadarı orta şiddette bir hastalık gösterirler. Bu tabloya “Lenfadenopati” şekli denildiği gibi, ARC (AİDS Related Complex) şekli de denmektedir. Burada hastalar aylar ya da yıllarca süren ateş, gece teri, zayıflama, halsizlik, diyare, lenf bezlerinde büyüme gibi belirti ve şikâyetlerle hasta olurlar. Nihayet virüslü kişilerin yüzde 1 kadarı tam ve ağır AİDS hastalığına tutulmaktadırlar.