Bebekleri kucağa almak konusunda pek çok anne babanın kafası karışır. Buna neden olan inanış da sık sık kucağa alındığında buna alışacağı hatta şımaracağıdır. Uzmanlarsa bebeklerin özellikle ilk aylarında sebepsiz görünen ağlamalarında mutlaka kucağa alınması gerektiğini belirtiyor. Klinilk Bebek, Çocuk ve Genç Sağlığı Merkezi’nden pedagog İnci Vural, çocuk yetiştirirken anne babaların yanılgıya düştüğü noktalara açıklık getirdi.
Bebek sık sık kucağa alınmamalı, yoksa alışır!
Çocuk ağladığı zaman gerçekten bir ihtiyacı vardır. Bu, illâ ki karnının aç olması ya da altının ıslak olması olmayabilir. Çocuk anne karnından çıktıktan sonra aslında o kadar tehdit edici bir ortamda ki buna adapte olabilmesi için desteğe ihtiyacı var. Bambaşka, uğultu dolu bir ortamdan çıkıp savunmasız bir yerde farklı bir pozisyonda yatıyor. O dönemde bebeklerin hissettikleri şey, “dağılıyorum, parçalanıyorum” gibi tehdit edici duygular. Buna anlam veremiyor.
Annenin tek görevi bebeğin karnını doyurmak, altını açmak değil. Çocuğu kucağa almak, onun o andaki “dağılıyorum” hissini giderebilecek bir şey. Annenin onu o an sarıp sarmalamasıyla bebek, “Beni anlayan biri var” diye bunu anlamlandırabiliyor. Dolayısıyla ağlayan bebek mutlaka kucağa alınmalı, çünkü bebek o an travmatik bir şey yaşıyor. Öyle ki bazı bebekler anneden destek gelmeyince anlamsız bir objeye takılıp bakmaya başlıyor.
Çocukla arkadaş olunmalı!
Çocuk eğitimiyle ilgili yıllar içinde çok değişen teoriler öngörülüyor sonra çöpe atılıyor. “Çocukla arkadaş olalım” fikri son jenerasyonda moda olan bir şeydi. Belki de bu jenerasyonun anne babalarıyla yaşadığı ilişkilerden kaynaklanıyordu. “Biz anne babamızla mesafeliydik. Çocuklarımızla rahat olalım, bize her şeyi anlatsınlar” ihtiyacıyla ortaya çıktı. Ama biz öyle yetişmedik. Uygulaması yama gibi oldu ki zaten doğru bir tarafı yoktu.
Çocuğun arkadaşa değil anne babaya ihtiyacı vardır. Çocukla arkadaş olayım dediğinizde evdeki bütün hiyerarşiyi bozuyorsunuz. Anne, baba ve çocuk eşit hale geliyor. Ne cinsiyet ne de jenerasyon farkı varmış gibi oluyor.
Sonuçta o çocuklar okulda otoriteyle başa çıkmakta zorlanıyor. Otorite, öncelikle evde, babadan öğrenilen bir şey olmalı. Çocukla baba arasında fark olmadığı zaman okul hayatı ve sosyalleşme sürecinde zorluklar yaşanıyor. Bazen de çocuklar eşit değil daha tepede gibi oluyor. Belki bu çocuk mutlu olsun diye yapılıyor ama mutlu etmiyor. Çünkü toplumsal hayatta böyle bir şey görmüyor, herşeyin tepesinde o yok.
Bebeğim çok hareketli, hiperaktif!
Hiperaktivite marka adı gibi oldu. Kekemeliği olan çocuğa bile “Hiperaktif de acaba ondan mı?” şüphesiyle yaklaşılıyor. Örneğin bir yaşında bir çocuğun hareketliliğine hiperaktivite denmemeli. Bir yaşında tabii ki hareketli olacaktır. Araştırmak, her şeyi ellemek, keşfetmek isteyecektir. Ama bir yaşında, ileride belki hiperaktivite denebilecek ya da belki başka psikolojik sıkıntıları da düşündürebilecek bazı tavırlar gösteriyor olabilir.
Okulda öğretmenlerin “hiperaktif” dediği çocukların çoğu hiperaktif değil.