Hepimizin bildiği bir gerçek: “kaybetmeden kıymetini bil” klişesini çok duymuş ve kullanmışızdır. Ama uygulamaya gelince, sınıfta kaldığımız belli: ilaç tüketimi verileri bunu gösteriyor.
Klasik “sigara içme – beslenmene dikkat et – düzenli bir hayat sür – stresten kaçın” öğütleri doğru ve haklı…..ancak çeşitli nedenlerle, bazen de zorunluluklar yüzünden bunlar yapılmıyor.
Günümüzde, yaşam tarzındaki değişiklikler, çevre kirliliği ve sağlıksız tarım-hayvancılık uygulamaları dolayısıyla ihtiyacımız olan besin maddelerini de yeterli şekilde alamıyoruz: doğadan soframıza taze gelebilenler azaldı…. doğadan soframıza gelebilenlerin kompozisyonu da eskisi gibi değil.
Buna en güzel örnek omega 3:
Vücudumuzda yapılamayan ve dışarıdan alınması gereken bu besin unsuru, organ ve dokuları oluşturan hücrelerin temel yapı taşlarından biridir: büyüme ve gelişme, kalb – damar sağlığı, romatizma gibi iltihabi hastalıklardan korunmak, beyin ve sinir sistemi sağlığı, hatta kanserden korunmak açısından önem taşımaktadır.
Somon balığı, uskumru gibi yağlı ve soğuk deniz balıkları omega 3 bakımından zengindir; ancak ağır metal barındırmıyor olduklarından emin olmak ve haftada 3-4 öğün, kızartma yapmamak koşuluyla tüketmek gerek.
Yumurta, bazı süt ürünleri, et ve bazı yeşil sebzelerde de bulunur, ancak hayvanların doğal olarak beslenmek yerine, yem ve tahılla besleniyor olması omega 3 – omega 6 dengesini sağlığımızı olumsuz etkileyecek şekilde bozmaktadır.
Günümüz koşullarında neredeyse herşeyden omega 6 (ki fazlası vücutta iltihabi reaksiyonları körüklemekte ve depresyon, osteoporoz, trombotik inme, aritmi gibi durumlarla ilişkilidir) almakta olduğumuzdan, bu dengeyi olması gereken düzeye getirebilmek amacıyla omega 3 desteğine ihtiyaç duyulmaktadır.
Vücudumuzun sağlık ve onarım sürecinde hücrelerimizin yenilenmesi sırasında, omega 3 eksikliği nedeniyle omega 6’nın yer almasını “evimizin yıkılan duvarını el bombasıyla onarmaya çalışmak” benzetmesi, omega 3’ün önemini açıkça anlatmaktadır.