Çocukluklarda Tümör
Çocukluk çağında en sık görülen solid tümörler santral sinir sistemine ait olanlarıdır. Bunu lenfatik sistem, böbrek, sempatik sinir sistemi, adale ve kemik bölgelerine ait tümörler izler. Çocuklarda kanser genellikle tesadüfen ortaya çıkar ve tesbit edildiğinde ne yazık ki ileri evrelerdedir. Bununla beraber, yoğun kemoterapinin uygulama olanaklarının artmasıyla çocukluk çağı kanserlerinin yarısından fazlası artık tedavi edilebilir duruma gelmiştir.
İntraabdominal kitle
Çocukluk çağındaki solid tümörlerin çoğunluğu intraabdominal bir kitlenin palpasyonu ile kendilerini belli ederler. Bu nedenle intraabdominal kitle oluşturabilen habis olmayan diğer hadiselerin ayırdedilmesi önemlidir. Yenidoğanda intraabdominal kitle yapan anomalilerin başında böbreklere ait lezyonlar gelir. Daha büyük çocuklarda ise abdominal kitlelerin yarısına yakını hepatomegali, splenomegali, kolonda feçes (konstipasyon) ve dolu bir mesane (glob vesikal) gibi nedenlere bağlıdır. Bunlar dışında en sık rastlanılan üç neden sırasıyla nöroblastom, Wilms tümörü ve hidronefrozdur. Yenidoğan devresinde ise, intraabdominal kitle sıralamasında, böbreğin kistik lezyonları birinci sırayı alır.
İntraperitoneal veya retroperitoneal ve intrapel-vik yerleşim gösterebilen karın içindeki kitleler ge-nitoüriner ve gastrointestinal sisteme bası bulgularıyla da kendilerini belli ederler. Mediastinal tümö-ral kitleler ise respiratuar problemlerle ortaya çıkarlar.
Çocukluk çağı kanserlerinde en ön sırada olan solid olmayan tümör lösemi, en sık görülen solid tümörlerden santral sistemi kökenli tümörler, Evving sarkom ve osteojenik sarkom gibi kemiğe ait tümörler ve göze ait en önemli malign hadise reti-noblastom bu bölümde ele alınmayacaktır. Bu bölümlerde çocuklarda en sık görülen, özellikle abdo-minal kitle bulgularıyla kendini gösteren solid tümörler incelenecektir.
Nöroblastom
Santral sinir sistemi dışındaki çocukluk çağı solid tümörler içinde lenfomadan sonra ikinci sırayı alır. Her 10.000 doğumda bir görülür ve tüm çocukluk çağı kanserlernin % 7’sini oluşturur. Adrenal ve nöral krest kökenli bir neoplazmdır. Yarısından fazlası ilk 2 yaş içinde ortaya çıkar. Diğer çocukluk çağı tümörlerine kıyasla antitümör tedaviye daha zor cevap verir.
Klasik nöroblastom oldukça ımmatür ve dife-ransiye olmamış malign tümör hücrelerinden oluşmakla beraber, ganglionörom ve ganglionöroblas-tom gibi daha matür ve daha iyi diferansiye olmuş şekilleri de vardır. Nöroblastomun, daha az malign olan bu şekillerinde maturasyon ve hatta regresyon özelliği olması prognozu olumlu yönde etkiler.
Nöroblastom sempatik zincirin bulunduğu her yerde görülebilmesine rağmen % 65’den çoğu retroperitoneal bölgede bulunur ve ilk bulgu genellikle intraabdominal kitledir. Retroperitoneal bölgede, adrenal kökenli gelişmişse böbreği aşağı doğru iter ve intravenöz pyelografide pelvis aşağı lokali-zasyonda basıya uğramış şekilde gözlenir. Orta hatta sempatik zincirden köken almışsa üreterlerde laterale doğru itilme bulgusu ile kendini gösterir.
Tümör ekstradural mesafeye geçmiş ve sinir sistemine bası yapmışsa nörolojik bulgular ortaya çıkar. Ayrıca opsoktonus ve Horner sendromu bulguları görülebilir. Arka mediastende solunum sistemine bası yapması sonucu respiratuar problemler olabilir.
Günlük toplanan idrarın değerlendirilmesinde katekolamin ürünü vanilil-mandelık asid (VMA) yüksek bulunur. VMA, nöronspesıfik enolaz gibi ajanlar ve N-mic değerleri hem teşhis, hem de prognoz göstergesi olarak kullanılan önemli yardımcı laboratuar metodlarıdır. En çok kemik ve kemik iliğinde metastaz yapar. Bu durumda mortali-te çok yüksektir. Kemikiliği tetkikinde “rozet formasyon” tesbiti, nöroblastom tanısı için önemli bir bulgudur.
Lokalize nöroblastomda tedavi, mümkünse tümörün rezeksiyonudur. Kemoterapı ve radyoterapiden sonra ikinci kez cerrahi girişim faydalı olabilir.
Çocukluk çağı tümörlerinde kemoterapide oldukça büyük adımlar atılmış olmasına rağmen, nöroblastomun 3 yıl yaşam oranlarında ne yazık ki önemli bir ilerleme olmamış ve tüm evreler için bu oran % 30-45Teri geçememiştir.
Son zamanlarda dissemine nöroblastom tedavisinde otolog kemik iliği transplantasyonu uygulanabilmektedir. Böylece, hastaya yüksek doz kemo-terapi ve total vücut ışınlaması uygulanabilmekte ve bunu otolog kemik iliğinin tekrar yerine konulması izlemektedir. Ayrıca malign hücrelere karşı monoklonal antikorlar verilerek kemik iliği tedavi edilebilmektedir.
Wilms Tümörü
Diğer adıyla nefroblastom böbreğin primer tümörü olup böbreğin tamamını veya bir kısmını kapsar. Çoğunlukla 1-3 yaşlarında görülür. Spora-dik olgularda genetik geçişin söz konusu olabileceği gösterilmiştir. Kromozom anomalisi ile beraber olan bu durumda aniridi, hemihipertrofi, organ asimetrisi, üriner ve genital anomali gibi ek anomalilere sık rastlanılmaktadır.
Teşhis ve tedavideki ilerlemelerle, Wilms tümöründe iyi bir prognoz artık elde edilmiş olmakla beraber, histolojisi klasik VVilms’den farklı olan sarko-matöz VVilms tümörlerinde mortalite hala yüksektir.
İlk semptom ağrısız intraabdominal kitledir. Çocuklarda en sık rastlanılan karın içi kitle sıralamasında hidronefrozdan önce, nöroblastomdan sonra ikinci sırayı almaktadır. Kitle, nöroblastoma kıyasla, daha kolay sınırlanabilen, daha mobil, civar dokulara daha az invaze olup orta hattı daha az oranda geçer.
İntravenöz pyelografide böbreğin kaliksiyel yapısı bozulmuştur. Kalsifikasyon görünümü nöroblastoma göre daha azdır. Ultrasonografi ve kompu-terize tomografi ile tümörün lokalizasyonu ve vena kava uzantısı tesbit edilir. Hematüri ve hipertansiyon nadiren olabilir. Tümör içine kanama olmuşsa ağrı ve anemi görülebilir.
Hastaya uygun seçilmiş bir tedavi programının multidisipliner bir yaklaşımla uygulanmasıyla VVilms tümörünün tedavisi mümkün olabilmektedir.
Cerrahi tedavi, nefrektomi yanında paraaortik lenf nodlarmın diseksiyonu ve diğer böbreğin kontrolünü de kapsamaktadır. % 5 olguda bilateral tutulma söz konusudur. Kemoterapide genellikle vincristine ve Actinomycin D kullanılır. İleri evrelerde radyoterapi yapılır. Metastaz ençok akciğere olmaktadır. Akciğer metastazlarının cerrahi çıkartılmasıyla daha yüksek bir yaşam oranı elde etmek mümkündür.
Lenfoma
Santral sinir sistemi tümörlerinden sonra, çocukluk çağında en sık görülen solid tümörlerden lenfoma iki grup halinde incelenebilir.
Hodgkin hastalığı: Daha çok 5 yaşın üzerinde görülür. İlk bulgu lenfadenopatidir. Doğru evrenin tesbiti ve etkili kemoterapi ve radyoterapinin uygun bir şekilde kullanılmasıyla daha iyi sonuçlar alınmaya başlanmıştır. Hastalığın ne kadar ilerlediğini tesbit etmek ve klinik evre yanında patolojik evreyi de saptamak amacıyla evreleme laparatomi-si genellikle birçok merkezde yapılmaktadır.
Patolojik evrelemeye göre yapılacak bir tedaviye daha iyi cevap alındığında inanılmaktadır. Evreleme laparatomisinde dikkatli bir abdominal eksp-lorasyon yanında şu girişimler yapılır: Splenekto-mi, karaciğer her iki lobundan “vvedge” biyopsisi, mezen ter, çölyak, porta hepatis ve dalak hilusu lenf bezlerindeki biyopsi, retroperitoneal bölgede paraaortik ve iliak lenf nodları biyopsisi, apandektomi, radyasyona karşı korumak amacıyla kız çocuklarda överlerin lateral duvara tesbiti, kemik ve kemik iliği biyopsileri.
Küçük çocuklarda splenektomi sonrası sepsis olasılığının yüksek olması nedeniyle, evreleme la-paratomisini tercih etmeyen ve klinik evreleme ile yetinen merkezler de vardır. Parsiel splenektomi önerilmiş olmakla beraber Hodgkm hastalığında dalak tutulmasını her zaman gösteremeyeceği kuşkuları çoğunluktadır. Bilgisayarlı tomografi, mag-netik rezonans gibi görüntüleme metodlarındaki ilerlemeler evreleme laparotomisi gereksinimini azaltmıştır.
Non-Hodgkin lenfoma: Çocuklarda, non-Hodg-kin lenfoma, Hodgkin hastalığına göre daha belirgin ve daha ağır klinik bulgularla kendini gösterirler. Genellikle iki lokalizasyonda semptom verirler:
1. Mediastinal kitle: Daha çok orta mediastende yerleşir. Tüberküloz ile karıştırılabilır. Akciğer gra-fisinde “baca göğsü” manzarası izlenir. Dispne, stridor gibi ağır respiratuar sistem bulguları ile kendini gösterir. Plevral efüzyon sıktır.
2. İntraabdominal: Barsak mezenterinden köken alabileceği gibi, ince barsak duvarından da gelişebilir. İntraabdominal kitle ve intestinal obstrüksi-yon bulguları ile ilgili semptomlar görülür. Barsak-ların içice geçmesine neden olan bir lenf oma odağı invajinasyon nedeniyle çocuğun acil olarak ameliyat edilmesine yol açabilir. Çocuklarda intraabdominal non-Hodgkin lenfoma akut apandisit tablo-suyla da kendini gösterebilir. Uygun kemoterapi ve radyoterapi protokolleriyle iyi sonuçlar alabilmek mümkündür.
Rabdomyosarkom
Yumuşak doku sarkomları 15 yaşın altındaki çocuklarda solid tümörler sıralamasında beşinci sırayı alır. Bunların yarısından fazlasını rabdomiyo-sarkom teşkil eder. Radyomyosarkom, çizgili kas olan vücudun her bölgesinden gelişebilen lenfatik ve kan yoluyla hızlı yayılabilen prognozu pek iyi olmayan malign bir tümördür. Baş-boyun bölgesi, genitoüriner bölge ve ekstremiteler en çok görüldüğü lokalizasyonlar olup en sık 3-5 yaşlarında ortaya çıkar.
Üç histopatolojik gruba ayrılır: 1) embriyonel tümör (%70); genitoüriner sistemden dış ortama uzantılarla kendini gösteren “sarkoma botrioides” de bu grup içindedir. 2) alveolar tip (%20) ve 3) ple-omorfik tip (%10).
Tedavi tümörün primer rezeksiyonudur. Ancak çoğu kez tümörün tamamını çıkartmak mümkün olmaz. Son zamanlarda, kemoterapideki ilerlemeler, daha az agresif cerrahi ile yaşam oranının artmasını sağlamıştır.
Rabdomyosorkam dışında, adale, yağ, damar ve diğer bağ dokusuna ait yumuşak doku sarkomları çocuklarda, erişkinlere kıyasla daha az görülür.
Teratom nedir
Teratomlar, embriyonun erken dönemlerinde üç germ hücre tabakasından gelişen konjenital ne-oplazmlardır. Sıklık sırasına göre şu bölgelerden köken alabilirler: över, testis, mediasten, sakrokoksigeal bölge, intrapelvik ve retroperiton. Kitlenin hızlı büyümesine bağlı bası semptomları ve yüksek malign potansiyelleri nedeniyle bu tümörlerin cerrahi eksizyonu gereklidir.
Sakrokoksigeal teratom: Doğum sırasında hemen tespit edilebilen bir tümördür. Prenatal ultra-sonografik tetkiklerle doğum öncesi bile tesbit edilebilir. Her 30-45 bin doğumda görülür. Doğum sonrası ilk iki hafta içinde çıkartılmışsa malignansi olasılığı çok düşüktür. Sakrokoksigeal tümör genellikle kuyruk sokumundan köken almış dev bir ekstrapelvik kitle şeklindedir. Bazen bir kısmı intrapelvik uzantı gösterebilir. Tamamen pelvis içine doğru gelişmişse yenidoğan devresinde teşhis edilmesi çok güçtür. İntrapelvik yerleşimli bu teratomlar, daha ileri devrelerde ancak bası bulguları oluşunca tesbit edilebilir. Rektal muayene ile bu loka-lizasyondaki teratomların erken devrede teşhis edilmesi mümkün olabilir. Kaudal yerleşim gösteren teratomlar meningosel ile karıştırılabilir. Sakrokoksigeal teratomların cerrahi tedavisinde kitlenin koksiks ve intrapelvik uzantıları ile beraber çıkartılması gerekir. Bu girişim sırasında rektumun korunmasına özen gösterilmelidir.
Endodermal sinüs tümörü: Teratomlar içinde en malign tip germ hücreli tümörlerdir. “Yolk” kesesi tümörü olarak da adlandırılır. Yolk kesesi tümör mevcudiyetini gösteren alfa-fetoprotein seviyeleri hem teşhis hem de prognoz göstergesi olarak önemlidir. Endotermal sinüs tümörleri daha çok testiküler ve intrapelvik yerleşim gösterirler. Tedavide yoğun kemoterapi, radyoterapi ve geniş cerrahi eksizyon uygulanmasına rağmen, bu tümörlerin agresif büyümesi prognozu kötü yönde etkiler.