Bir kötü gün daha… Ağzımdan çıkan her kelime ıssız bir adadaki deniz kadar durgun, o deniz kadar berraktı sanki. Ancak kim bilebilirdi ki o durgun denizde fırtına kopacağını… Her şey boş, her şey yalan, insanlar sahte… İnsanların sahte hallerini görmektense hiç bir şeyden habersiz masum bir bebek olmayı hayal ediyorum kendimce… Tanıdığın tüm herkes kendi denizinde fırtına çıkmış dalgalar gibi üstüne geliyor… İşte o an insan yaşamak kavramını unutuyor, yerini karanlığa, bi o kadar da yalnızlığa bırakıyor kendini… Gün geçtikçe her şey daha da kötüye gidiyor. Başkasının bedeninde sahte bir ruh olmayı arzuluyorum. Hayat bu kadar kötü mü? Yoksa beni mi deniyor? Bilemiyorum. Her sorunum için yazıyorum, beklide yazmak beni rahatlatıyor ya da ben kendimi kandırmaya çalışıyorum… Denizin kuma aşkı kadar sevdiğim dostlarım, arkadaşlarım şimdi bir kukladan farksız… İnsan niye bile bile o karanlığa gitmek ister ki? Evet! Ben bu soruyu çözdüm! Beklide son çözdüğüm soruydu bu… İnsanın kimi zaman sorumlulukları, fiziksel, maddi ve manevi sorunları gün geçtikçe onun sırtında bir kambur, bir yük olduğunda ve artık o yükü taşıyamadığında dizleri, ayakları da ona yardımcı olamıyor… Her şeyin bittiğine inanıyorum o an… İşte tam bu sırada hayatın sözlükteki anlamı senin için değişiyor. Yarın ne yapsam, ilerisi ne olacak, ne olacam düşüncesi aklından uçup gidiveriyor… Bir ışık göründü uzaklardan… Ve merak ediyorum. Aynı zaman da o ışığa doğru yol alıyorum ve oraya vardığımda ise, geride bıraktıklarım pişman olmuş, yastalar… Timsah gözyaşları ile vicdanlarını rahatlatmaya çalışıyorlar… Ama neye faydası var ki?
Çağatay GÜLÜMSER