Altın, çok eski çağlardan bu yana sahip olduğu temel işlevleriyle en gözde metallerden birisi olmuştur. Altının bu önemli işlevlerini, ziynet eşyası olarak kullanımı, servet biriktirme ve değişim aracı oluşu, kolay işlenebilme özelliği, dayanıklılığı ve pek çok endüstri dalında yaygın kullanımı teşkil etmektedir.
Anadolu, zengin maden kaynakları sayesinde, uygarlıklar tarihinde her zaman madenciliğin beşiği ve öncüsü olmuştur. Dünyadaki ilk metalürjik uygulama, bakır, kurşun ve demir maden işletmesi ile Anadolu’da yapılmıştır. Altından yapılmış süs eşyaları da MÖ 5000 yıllarında Anadolu’da kullanılmaya başlanmıştır. Dünyada ilk altın para, MÖ 700 yıllarında Salihli – Sart yöresinde hüküm süren Lidya Kralı Krezüs tarafından basılmıştır. Osmanlılar dönemi boyunca işletilen altın – gümüş madenleri hazine için zenginlik kaynağı olmuştur. 1914 yılında 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte durdurulan Çanakkale – Kartaldağı – Astyra Madeni Anadolu’da işletilen son altın madenidir. Cumhuriyet döneminde, 1933’de kurulan ilk madencilik kurumu Altın Arama ve İşletme İdaresi’dir. Ancak, yeterli donanım sağlanamadığından çok yakın zamana kadar ülkemizde altın madenciliği yapılamamış ve yeni altın yatakları bulunamamıştır.
Ziynet eşyası olarak altına verilen önem, ülkemizde altın işleme sanatının gelişmesine yol açmış ve altını önemli bir geçim kaynağı haline getirmiştir. Özellikle son yıllarda gelişen turizm hareketlerine bağlı olarak, Türkiye’nin işlenmiş altın ihracatının önemli oranda arttığı gözlenmektedir. 1989 öncesinde, ithalatı yasak olmasına rağmen ülkeye önemli miktarda kaçak olarak altın girişinin olduğu bilinmektedir. 1989 sonrasında, piyasanın talebini karşılamak üzere Merkez Bankası tarafından altın ithalatına başlanmıştır. Halen Türkiye’de, Ovacık Altın Madeninde üretilmeye başlanan az miktar altın (yılda yaklaşık 10 ton) hariç tutulursa, altın üretilmemektedir. Yani, yapılan arama çalışmaları sonucunda işletilebilir önemli miktarda altın rezervi belirlendiği halde ülkemiz bu rezervden yeterince yararlanmayan dünyadaki tek ülke konumunda bulunmaktadır. Buna karşılık ülkemiz dünya altın talebinde beşinci sırada yer alır. Yılda 200 tondan fazla altın ithal edilmekte, bu altının, tahmini olarak yarısına yakın bir kısmı işlendikten sonra mücevherat biçiminde kayıtlara girmeksizin ihraç edilmektedir. Türkiye’nin 2007 yılında işlenmemiş altın ithalatına ödediği miktarın (yaklaşık 5 milyar dolar), tüm doğal gaz ithalatına ödediği miktarın (yaklaşık 10 milyar dolar) yarısı kadar olduğu dikkate alınırsa yerli üretimin önemi ortaya çıkar.
Altın tabiatta serbest olarak bulunur. Çok eski çağlardan beri üretildiği bilinen altın, MÖ 100 yılına kadar dere yataklarından ilkel yöntemlerle elde edilmiştir. Dünya altın madenciliği 1970’li yıllardan itibaren yükselen bir eğilim izlemiştir. Dünya toplam işletilebilir altın rezervi 49000 tondur ve bunun % 65′i dünya altın üretiminde ilk sıraları paylaşan ABD, Kanada, Avustralya ve G. Afrika’da bulunmaktadır.
Dünya’da 2000 yılında altın aramaları için yaklaşık 1 milyar dolar harcanmıştır. 2001 yılında, dünya altın madenciliği yatırım projelerinin toplamı 23 milyar dolar civarındadır. Dünya altın üretimi, son 25 yılda yaklaşık olarak ikiye katlanmıştır. Bu gelişmeler sonucunda, bilinen altın cevherleri işletmeye alınırken, yeni altın yataklarının bulunması için tüm dünyada yoğun bir arama ve yatırım dönemi başlamıştır. 2001 yılı itibariyle dünyada 875 adet altın madeni faaliyette bulunmaktadır.
Jeolojik araştırmalar Türkiye topraklarının, altın oluşumlarının yerleşmesi için çok elverişli olduğunu göstermektedir. Bu jeolojik uygunluk üzerine, Anadolu madencilik tarihinde önemli bir yeri olan antik altın işletmeleri yerleştirildiğinde, Anadolu’nun altın madenciliği açısından gerçekten çekici olduğu anlaşılır.
Türkiye jeolojisinin altın cevherleşmeleri açısından çok ümitli olması nedeniyle, Maden Kanunu’nda 1985 yılında yabancı sermayeli şirketlerin ruhsat almasına imkân tanıyan değişikliğin yapılmasından sonra 17 yabancı şirket aramalar için Türkiye’ye gelmiştir. Bunların büyük kısmı, çeşitli bürokratik engeller ve yatırım ortamını uygun bulmamaları nedeniyle geri dönmüş, Eurogold Madencilik ise, Bergama – Ovacık’ta yatırımlarını tamamlamış ve Ovacık’ta işletmeye geçilmiştir.
Ülkemizde bilinen ve arama çalışmaları süren altın yatakları Ege ve Doğu Karadeniz Bölgelerinde belirgin biçimde yoğunlaşmaktadır. Türkiye’de halen üretime hazır hale getirilmiş olan altın yatakları,Uşak – Eşme – Kışladağ (toplam altının yaklaşık % 70’i), Artvin – Cerattepe (toplam gümüşün yaklaşık % 95’i), İzmir – Seferihisar – Efemçukuru, İzmir – Bergama – Ovacık, Gümüşhane – Mescitli – Mastra, Balıkesir – Havran – Küçükdere, Eskişehir – Sivrihisar – Kaymaz ve Çanakkale – Kirazlı – Akbaba’da yer alır. Ortalama 1,2 – 12,65 g / ton Au içerikli (tenörlü) bu işletilebilir rezerv, toplam olarak 450 ton altın ve 1100 ton gümüşe karşılık gelir. Toplam değeri yaklaşık olarak 11 milyar dolar ve ülke ekonomisinde yaratacağı katma değer ise 44 milyar dolar düzeyindedir. Jeolojik yapı ve altının yataklanma biçimi göz önüne alınarak yapılan çalışmalar, Türkiye’nin muhtemel altın potansiyelini 6000 – 7000 ton arasında belirlemekte, bu rezervin değerinin 400 milyar dolar edeceği ve Türkiye’nin bu altın rezerviyle dünyanın ikinci ülkesi haline gelebileceği tahmin edilmektedir.
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) raporlarında 250 – 300 ton kadar altın olduğunun belirtildiği Çanakkale – Kaz Dağları bölgesinde, geçtiğimiz aylarda, 11 şirket 37 ayrı noktada sondaj çalışmaları yaparak altın cevheri aramaya başlamış ve ülke ekonomisine çok ciddi katkı sağlayacak maden kaynakları tespit edilmiştir. Bu tespitin ardından, sürdürülen arama faaliyetlerine ‘oldukça manidar‘ bulunan tepkiler başlatılmıştır. Çeşitli sivil toplum örgütlerinin tepkilerini içeren basın açıklamalarında, “Sondaj faaliyetleriyle Kaz Dağı delik deşik edildi, milyonlarca ton toprak yerinden kaldırılıp kirletilecek, Kaz Dağları yok edilecek, ormanlar ortadan kalkacak, sular zehirlenecek, siyanür suya karıştı, sularda kirlilik başladı” gibi, bölgedeki faaliyetlerle ilgili abartılı ve yanlış bilgiler yer alıyor, ne yazık ki, çevre kirliliğinden çok bir bilgi kirliliğinin varlığı dikkatleri çekiyordu. Aslında yapılan sadece Kaz Dağları civarında yapılan altın arama, yani sondaj faaliyetleridir. İçme suyu bile bu yöntemle çıkarılır. Bölgede 1969 yılından beri de sondaj çalışmaları yapılmaktadır. Ayrıca madencilik yapılan yerlerin Kaz Dağları Milli Parkı ile hiçbir ilgisi de bulunmamakta, sondaj çalışmaları Kaz Dağları Milli Parkı’nda değil, Milli Parka en az 15 km mesafede sürdürülmektedir. Altın için yapılan sondaj faaliyetlerinin diğer maden aramaları için yapılan sondaj çalışmalarından bir farkı yoktur. Sondaj, yaklaşık 10 cm çapında delikler açılarak, analiz için, yani yeraltındaki tabakalarda var olan madenin niteliğini ve niceliğini incelemek için, yeraltından numune almaktan ibarettir. Bu arada sondaj çalışmalarıyla sadece altın değil, kömür, bor ve daha pek çok maden de araştırılmış olur. Bu faaliyet ne çevreyi kirletir, ne de sulara ve canlılara zarar verir. Yasa gereği madenlerin bulunduğu çevrede kuş türleri dahi sayılır. Bu aşamada siyanür kullanımı da söz konusu değildir. Madencilik faaliyetlerinden dolayı ülkemizde orman alanları azalmamakta, bilakis artmaktadır. Çünkü madenciler,kanun gereği, maden işlettikleri alanları devletten kiralamakta ve maden kurulan alandaki her ağaç için devlete 10 ağaçlık parayı peşinen ödemektedirler. Buna rağmen Türkiye’deki pek çok madencilik firması, madenciliğin adına zarar gelmemesi için, kendileri ayrıca çevre düzenlemesi de yaparlar.
“Kaz Dağları yöresindeki sondaj çalışmalarının neden bugünlerde gündeme geldiğinin araştırılması gerektiğinden” söz eden bazı uzmanlar da, “Türkiye’de altın madenine karşı bir lobi bulunduğunu, tepkilerde bunun da etkili olduğunu, yeraltı zenginliklerimizin çıkarılmasını istemeyen uluslararası bir gücün bulunduğunu, organize bir anti – madencilik kampanyasının varlığını” ileri sürerek, “Türkiye’ye altın ihraç eden Almanya’nın, yeraltı kaynaklarımızı çıkartmayarak, altın alımına devam etmemiz için bu tür yöntemlere başvurduğunu, bazı çevrelerin Bergama’da olduğu gibi şimdi de Türkiye’nin altın ithalatına devam etmesi amacıyla, çevre örgütlerini provoke ettiklerini” aktarmaktadırlar.
Ancak, Ülkemizde Altınoluk ve Ayvacık yöreleriyle Edremit ve Ayvalık Körfezi civarının zeytin ve zeytinyağında bir dünya markası olduğu unutulmamalıdır. Bu alanda Türkiye özellikle Yunanistan, İtalya ve İspanya ile yoğun bir rekabet içindedir. Ayrıca bölge gerçekten de bir tabiat harikası ve oksijen deposudur. Bu bölgede faaliyet gösteren madencilerin daha düzenli ve özenli çalışmaları gerekir. Yöre insanlarının tepkilerinde maden şirketlerinin hatalı uygulamalarının da etkisi bulunduğu belirtilmektedir. Bölgedeki birçok kişi sondajlarda siyanür kullanıldığını, sularına siyanür karıştığını sanmakta, doğru olmayan bu düşünceler de insanlarda tepki oluşmasına yol açmaktadır. Yetkililerin, sondaj çalışmalarıyla ilgili olarak bölge insanlarını düzenli, doğru ve ayrıntılı bir şekilde bilgilendirmeleri ve madencilik şirketlerini ilgili kurallara uyarak çalışıp çalışmadıkları konusunda sürekli ve etkili bir şekilde denetlemeleri ihmal edilmemelidir.
Dünya altın üretiminin % 53′ü dört ülkede (ABD, Kanada, Avustralya ve Güney Afrika) yapılmaktadır.
Halen Türkiye’de, Ovacık Madeni dışında, cevherlerden çıkılarak altın üretimi yapılmamakta ve ülkemiz dünya altın üretimi sıralamasında yer almamaktadır. Altın, blister bakırdan elektrolitik bakır üretimi esnasında yan ürün olarak açığa çıkan kıymetli metal çamurunun (anot çamuru) yurtdışında izabe ettirilmesi sonucunda elde edilmektedir.
Günümüz madenciliğinde cevherlerden altın – gümüş üretimi, fiziksel, kimyasal ve metalürjik yöntemlere göre gerçekleştirilmekte olup uygulanacak yöntemin belirlenmesinde başlıca, cevher yatağının türü, tenörü ve yapısal özellikleri dikkate alınmaktadır. Öğütme, yıkama, gravitasyon ve flotasyon gibi cevher zenginleştirme işlemlerinin olumlu sonuç verdiği serbest ve iri altın taneleri içeren yataklar ile 30 – 40 mikrondan daha iri tane boyutunda altın içeren cevherler için fiziksel yöntemler yeterli olmakta, son ürün için eritme işleminden yararlanılmaktadır. Altının, çok küçük tane iriliğinde bulunduğu cevherler ise kimyasal ve metalürjik süreçler sonucunda değerlendirilebilmektedir. Üretim, genel olarak, cevherin, doğrudan veya flotasyon ve kavurma gibi ön hazırlama işlemlerinden geçirildikten sonra uygun bir çözücü ile muamele edilerek katı fazdaki altının sıvı faza alınması (özütleme, liç işlemi) ve sıvı fazdan geri kazanılması ilkesine göre yapılmaktadır. Cevherdeki altının kimyasal çözünme ve difüzyon yoluyla sıvı faza özütlenmesini mümkün kılan amalgamasyon ve siyanürleme ile bakteriyel, tiyoüre ve asitle özütleme gibi yöntemlerden yalnız ilk ikisi (amalgamasyon ve siyanürleme) tarihsel süreç içinde ve günümüzde endüstriyel boyutlu uygulama alanı bulmuştur. Diğer yöntemlerin geliştirilmesine yönelik araştırmalar halen sürdürülmektedir. Altın madenciliğinde bilinen eski yöntemlerden olan amalgamasyon, altının cıva ile alaşım yaparak özütlenmesidir. Bu yöntemin uygulanabilirliği, altının yüzey verebilecek irilikte olmasını ve amalgamasyonu olumsuz yönde etkileyen arsenik, antimon, bizmut ve diğer sülfürlü minerallerin ortamda bulunmamasını gerektirmektedir. Günümüzde daha çok nabit (saf) altın içeren cevherlerin gravimetrik yolla zenginleştirilmiş konsantrelerine uygulanan bu yöntem, alternatif olarak siyanürleme yönteminin geliştirilmesi ve buharları oldukça zehirli olan cıva ile çalışmanın çok daha özel koşullar gerektirmesi gibi nedenlerle terk edilmiştir. Dünyada halen tercih edilen altın üretim teknolojisi, son yıllarda daha da geliştirilmiş olan siyanürleme yöntemidir.
Siyanürleme yöntemi, cevherlerden altın – gümüş üretiminde yaklaşık 100 yıldan beri kullanılmaktadır. Son yıllarda işlev daha ekonomik ve verimli kılınmış ve günümüz madenciliğinde, özellikle, küçük tane boyutlu altın içeren düşük tenörlü yatakların değerlendirilmesinde tek seçenek haline gelmiştir. Üretim akım şeması, genel olarak, cevherdeki altın ve gümüşün, seyreltik sodyum veya potasyum siyanür (NaCN, KCN) sulu çözeltisi kullanılarak, oksijenli bazik ortamda (PH = 10 – 11) anyonik siyanür kompleksleri halinde çözündürülerek sulu faza alınması (özütleme, liç) ve sulu fazdan kazanılması süreçlerini kapsamaktadır. Çözünen altın ve gümüşün sulu faza özütlenmesi için uygulanacak süreçlerin belirlenmesinde, cevherin rezerv ve tenörü ile mineralojik, geçirgenlik ve difüzyon gibi yapısal özellikleri dikkate alınmaktadır. Siyanürleme sonucu katı fazdan sıvı faza özütlenen altın ve gümüşün sıvı fazdan geri kazanımı, altın – gümüş derişimlerine ve çözünme kinetiklerine bağlı olarak, CIP (Carbon In Pulp), CIL (Carbon In Leach) ve CIC (Carbon In Column) gibi aktif karbona yüzey soğurma (adsorpsiyon) ve geri sıyırma (desorpsiyon) işlemleriyle ön zenginleştirmeden sonra veya doğrudan çinko tozu ile çöktürme veya elektroliz ve eritme yoluyla gerçekleşmektedir. Sözü edilen kompleksleşme ve çinko tozu ile indirgeyerek metalik altın elde etme reaksiyonları aşağıda verilmiştir:
Günümüzde Dünya altın üretiminin % 85′i siyanürle, % 15′i ise fiziksel yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. ABD’de altın rezervlerinin % 92,5′i, Avustralya’da % 96’sı ve Kanada’da % 90′ı siyanürleme yöntemiyle işlenir.Çevre Standartları
Kimyasal bileşimi CN- olan siyanür, özellikle asidik ortamda siyanojen gazı (HCN) oluşturur ve yüksek dozlarda vücuda solunum yolu ile alındığında çok zehirli özellik gösterir. Altın-gümüş madenciliğinde üretim sırasında oluşan siyanür bileşiklerini içeren atıkların arıtılması çok önemli ve insani bir zorunluluktur.
Dünyada üretilen siyanürün (genellikle potasyum ve sodyum siyanür; KCN ve NaCN) yalnızca % 15′i madencilik endüstrisinde kullanılmakta, geri kalan % 85’i ise başta plastik üretimi olmak üzere 50’ye yakın değişik endüstri dallarında (özellikle metal kaplamacılık ve kuyumculukta) tüketilmektedir. Türkiye’de ise yılda tüketilen yaklaşık 300 bin ton siyanürün sadece yüzde 1’i, yani 3 bin tonu altın ve gümüş üretiminde kullanılmaktadır. Sulu ortamlarda bulunan siyanürlü bileşikler, suyun alkaliliği kireçle artırıldığında herhangi bir sorun yaratmaz. Her derişimdeki siyanür, güneş ışığı altında veya toprakta bileşenlerine bozulabilmektedir. Bununla birlikte, siyanürleme yöntemine dayanan üretim süreçlerinde üretim sonucunda açığa çıkan siyanürlü katı – sıvı artıkların zararlı çevresel etkilerinin önlenmesi için, madencilik faaliyetleri öncesinde, sırasında ve sonrasında hazırlıklı olunması ve dikkatli davranılması şarttır. Bunu sağlamak için, dünya madenciliğinde “en iyi çevre yönetimi” ilkeleri doğrultusunda çevresel etki değerlendirmesi, çevresel yönetim sistemi (ISO 14001), atık yönetimi, acil durum, vb yönetim planları önceden hazırlanmaktadır. Atıkların, çevreye ve insan sağlığına zarar vermeyecek biçimde depolanmaları için iki temel ilke kapsamında atık yönetimi planlanmaktadır:
Buharlaşmanın yağıştan yüksek olduğu kurak iklimlerde uygulanır. Malzeme, atık havuzlarına yayılarak güneş ışınlarında bulunan ültraviyole ışık etkisiyle bozunmaya terk edilir. Atık havuzu, tabanı ve yanları, çevreye sızmayı önleyecek şekilde kil ve jeomembran ile takviye edilerek sıfır sızdırmazlık sağlanır.
Yağışın buharlaşmadan yüksek olduğu nemli iklimlerde uygulanır. Siyanürlü atıklar, kapalı ortamda çeşitli kimyasal maddelerle muamele edilerek [hidrojen peroksit, (SO2 + hava), alkali klorlama ve asitleme süreçleri) bozundurulur. Bozundurma sonucunda çıkan atık çözelti alıcı ortama boşaltılabilir.
Ovacık Altın Madeni, İzmir’in 106 km kuzeyinde, Bergama ilçesi Ovacık köyü bölgesinde bulunan Türkiye’nin ilk yerli altın üretim tesisidir. Ovacık Maden sahası, 13,3 g / t Au tenörlü 561000 ton kesin ve mümkün mineral rezervi içeren açık maden ocağı ile 12,5 g / t Au tenörlü yeraltı madenciliğine dönüştürülebilir 655000 ton muhtemel mineral kaynağını bünyesinde barındırmaktadır. Madencilik faaliyetleri sonucunda yılda 24 ton altın ve 24 ton gümüş üretilmesi amaçlanmış ve Madenin 8 yıl süreyle işletilmesi planlanmıştır. Ocağın üretime başladığı 2001 Temmuz ayı ile 2003 Aralık ayı arasındaki dönemde 10,6 ton altın üretilmiş ve 163 milyon dolarlık altın ihraç edilmiştir. İşletilmesi yıllardır tartışılan, defalarca mahkeme kararıyla kapatılan Ovacık Altın Madeni, 2005 Mayıs ayında, daha önce Normandy Madencilik AŞ’ye ait olan bütün hisselerini Newmont Mining Corporation şirketinden satın alan yeni sahibi Koza Altın Grubu tarafından tekrar üretime açılmıştır. Koza Altın, aynı zamanda Türkiye’nin ilk altın madeni işletmecisi unvanına da sahiptir ve Ovacık Madeninin ardından Balıkesir, Çanakkale, İzmir, Gümüşhane, Rize, Artvin, Erzincan ve Tunceli’de altın aramayı ve Türkiye’deki diğer atıl altın madenlerini işletmeyi planlamaktadır.
Madende uluslararası bağımsız bir gözetim firması tarafından yürütülen test çalışmaları sırasında, kimyasal bozundurmadan çıkan atık sulardaki siyanür seviyesinin 0,2 mg / L (ABD içme suyu standardındaki siyanür seviyesi) ve atık göletine vardığı anda 0,1 mg / L olduğu tespit edilmiştir. Atık sulardaki en yüksek siyanür seviyesi AB standardında 50 mg / L, bizde ise 1 mg / L’dir. Halen gelişmiş ülkelerdeki uygulamaların çoğunda, atık göletlerine deşarj edilen siyanür seviyesi 50 – 150 mg / L arasında değişmektedir. Bu değerler, Ovacık altın madeninde siyanür kullanımı sonucu ortaya çıkan riskin ihmal edilebilecek bir düzeyde olduğunu göstermektedir. Ovacık Altın Madeni tesisleri, dünyadaki benzerlerinden daha yüksek çevre koruma standartlarına sahiptir. Tesiste alınmış olan çevre tedbirlerinin fiilen yerine getirilip getirilmediğinin somut olarak belirlenmesi amacıyla hazırlanan TÜBİTAK – YDABÇAG (Yer Deniz Atmosfer Bilimleri ve Çevre Araştırma Grubu) raporunda, ‘Ovacık altın madeninde tüm çevre tedbirlerinin yerine getirilmiş olduğu ve dolayısıyla, yatırımın insan ve çevre sağlığını tehdit etme riskinin bulunmadığı, tesisin, dünya altın madenciliğinde uygulanmakta olan gerek üretim teknolojisi gerekse çevre tedbirleri teknolojilerinden daha iyisine sahip olduğu’belirtilmiştir.
Aslında, kurallara uygun çalışıldığında sodyum siyanür çözündürmesi yöntemi ile altın – gümüş üretiminin taşıdığı risk, günlük hayatta karşı karşıya olduğumuz tüp gaz patlaması, doğal gaz yangını, eksoz gazları solunumu, trafik kazası, sigara içme vs gibi risklerden çok daha düşük düzeydedir. Dünya’da, 24 ülkede, 600 civarında, sodyum siyanür çözündürmesi ile altın ve gümüş üreten maden bulunmakta ve siyanür yöntemi 100 yılı aşkın bir süredir kullanılmaktadır. Ülkemizde de 1986 yılından bu yana Eti Holding tarafından Kütahya – Gümüşköy 100. Yıl Gümüş Madeninde, sodyum siyanür çözündürmesi yöntemi ile ortalama 75 ton / yıl gümüş başarı ile üretilmektedir.
Madencilik, tarım sektörü ile birlikte insanlığın hammadde gereksinimini sağlayan iki ana sektörden biridir. Bugün olduğu gibi gelecekte de önemini koruyacak olan madencilik sektörü, ülkemiz için hayati önem taşımaktadır. Dünyanın tüm gelişmiş ülkeleri gibi Türkiye de, madenlerini işleterek ekonomisine katmak, ekonomisini büyütmek ve halkının hizmetine sunmak zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre Devlet tüm madenlerin asıl sahibidir. Bu nedenle, vergiler dışında ayrıca maden üretimi gelirlerinden de pay alır. Maden arama ve işletmeciliği açısından gelişmiş ülkelere göre kıyaslandığında bakir sayılabilecek ülkemizde, madenciliğimizin gayri safi milli hâsılaya katkısını hızla yükseltmek önemli hedeflerimizden biri olmalıdır.
Ülkemizde sınırlı kaynaklarla yapılan aramalar sonunda, küçümsenmeyecek miktarda altın rezervimizin bulunduğu belirlenmiştir. Altın, doğal kaynaklarımızın en önemlisi ve en vazgeçilmezidir. Dünya’da altın madenine sahip olup da, herhangi bir nedenle onu üretmeyen tek bir ülke yoktur. Avrupa Birliği’ne giriş sürecindeki Ülkemizin altın ve diğer doğal kaynaklarının, çevresel riski en az ve en gelişmiş yöntemlerle, en üst seviyede çevre teknolojileri kullanılarak ve zaman kaybedilmeksizin üretilmesi, oluşacak katma değer ve ekonomimize katkı açısından hayati önem arz etmektedir.
Çevresel duyarlılığın sınırlarını aşan, bilimsellikten uzak, gerçekleri yansıtmayan, kamuoyunu etki altına alarak yanıltmayı amaçlayan, diğer sanayi dallarındaki kullanımı hiç dikkatleri çekmediği halde, altın üretiminde kullanılan siyanür etrafında amacını aşan toplumsal tepkiler oluşturmaya çalışan ve konunun uzmanı olmayan bazı kişi ve kurumlarca yürütülen kampanyalara itibar edilmemelidir. Bu tür faaliyetlerin arka planındaki zihniyet, altın ithalatına devam diyen zihniyettir, nükleer enerji, hidrolik ve termik elektrik santrallerine, boğaz köprülerine karşı olan zihniyettir, altın, bakır ve diğer madenlerimizin toprak altında kalmasını isteyen zihniyettir. Bu zavallı zihniyetin, kalkınmamış, bulunduğu coğrafyada tarihi rolünü oynamaktan yoksun bırakılmış, güçsüz bir Türkiye isteyen çevrelerin bilerek veya bilmeyerek aleti durumuna dönüşmüş bir zihniyet olduğu unutulmamalıdır.
1. “Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Doğal Kaynaklarımızın Önemi (V. Altın)”, A. Kahriman, İ. Kurşun, İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi,
2. Altın, MTA Genel Müdürlüğü, Metalik Madenler.